Türkan Şoray

Türkan Şoray

28 Haziran 1945 tarihinde, İstanbul'da doğdu. Babası Halit Şoray, polis memuruydu. Halit Bey'in maaşı ailesini geçindirmeye yetmiyordu. Annesi Meliha Hanım, fabrikada bir iş bularak çalışmaya başladı. 

Eyüp İlkokulunda öğrenim gördüğü sırada, henüz birinci sınıftayken Cumhuriyet Bayramı'nda kalabalık bir izleyici topluluğunun önüne çıktı. Eyüp Meydanı'ndaki kutlamalarda şiir okuması için Türkan Şoray görevlendirildi ve kendisine verilen şiiri hiç takılmadan okudu. Müzik derslerinde öğretmeni kendisini tahtaya kaldırıp şarkı söyletiyordu. Beşinci sınıfın mezuniyet müsameresinde yamyamların eline düşen genç kız rolü ile başrolde oynadı. Okulun gözde öğrencilerindi; yaptığı resimler okul panosuna asılıyor, muhakkak okul korosunda yer alıyordu. Evde olduğu zamanlarda da perdeleri kendisine sahne kıyafeti yapıp herhangi bir eşyayı da mikrofon yaparak şarkılar söylüyordu. 

Bir akşam komşularıyla birlikte evlerinin damına çıktı. Buradan, yazlık sinemanın perdesi görünüyordu. Şoray, sinema filmi ile ilk kez burada tanıştı. 

Daha sonra babası başka bir karakolda görevlendirildi ve Vatan Caddesi üzerindeki evlerine taşındılar. Yeni evlerinin bahçesinde bir gün kadınlar toplanmış, kendi aralarında fal bakıyorlardı. Henüz 13 yaşındaki Şoray'ın da fal baktırması üzerine falcı kadın, kensidine: "Sen yıldız olup gökyüzünde parlayacaksın." dedi. 

Anne ve babasının boşanması üzerine annesi Meliha Sav, Türkan Şoray ve diğer kızı Nazan Şoray ile Karagümrük'te başka bir eve taşındı. Türkan Şoray, genç kızlığa ilk adımlarını attığı günlerde okuluna daha yakın olduğu için dedesinin evinde kaldı ve annesinin evine yalnızca hafta sonları gitti. Sokağa çıktığında güzelliğinden etkilenip rahatsız eden çok fazla insan olduğu için sokağa çıkması kısıtlandı. Şoray, o günlerde tattığı tüm hisleri şiir yazarak dışa vurmaya çalıştı. 

Bir gün, dedesinin evinin bulunduğu sokakta bir koşuşturma olduğu fark etti ve insanların yığıldığı tarafa doğru gittiğinde sokaklarında “Ateşten Damla” (1960) adlı filmin çekildiğini gördü. Erkekler, Muhterem Nur'dan; kadınlar ise Kenan Artun'dan imza almanın peşinde idi. Türkan Şoray da imza kuyruğuna girdi ve o sırada filmciler kuyrukta bekleyen Şoray'ı fark edip birbirlerine göstererek aralarında bir şeyler konuşmaya başladılar. Daha sonra filmcilerden biri yanına gelerek bir şeyler söyledi ancak korku ve heyecan içinde kalan Şoray, söylenen bu sözleri hiç dinlemeden set alanından ayrılıp evine gitti. 

Birkaç gün sonra arkadaşlarıyla birlikte yazlık sinemada "Satın Alınan Adam"ı (1960) izlemeye gitti. Annesinin Karagümrük'te kiraladığı evin sahibi, dönemin ünlü oyuncularından Panter Emel lakaplı Emel Yıldız'ın annesiydi. Şoray, Emel Yıldız ile sık sık sohbet ederdi. Bir gün Emel Yıldız, Şoray'ın annesinden izin alacağını ve onu film setine götüreceğini söyledi. Gerekli izni aldıktan sonra birlikte "Köyde Bir Kız Sevdim" (1960) filminin setine gittiler. Türkan Şoray şaşkın şaşkın etrafına bakarken setteki herkesin de hayran hayran kendisine baktığının farkında değildi. Türker İnanoğlu, bu anı daha sonra şöyle anlatacaktı: "Emel Yıldız, sete 15 -16 yaşlarında çok güzel bir kızla birlikte geldi. Kara gözlüydü. Üzerinde yeşil bir manto vardı. Bir kenara oturdu, etrafına bakınarak. İnsanın yüreğinin içine dalan bakışları vardı. Müthiş güzeldi. O ana kadar sinemaya böyle bir güzel gelmemişti."

Türker İnanoğlu, Emel Yıldız'ın canlandırdığı köylü kız rolünü, "Bu rol için biçilmiş kaftan, daha uygunu olamaz." düşüncesiyle Türkan Şoray'a vermek istedi. Ertesi gün Şoray'ın annesi Meliha Sav'ın evine gitti ve kızını oyuncu yapmak istediklerini söyledi. Bu duruma şaşıran ve öfkelenen Meliha Sav, "Olmaz, öğrenci o. Öğretmen olması için yatılı okula göndereceğim." cevabını verdi. Nihayetinde ısrarlara dayanamayarak birkaç günlük düşünme süresi istedi ve ısrarların şiddetle devam etmesi üzerine ikna oldu. Böylece Türkan Şoray, "Köyde Bir Kız Sevdim" filminin başrolünde yer aldı. Rol yapmadı, karakteri yaşadı ve o bunu yaparken Türker İnanoğlu, Erol Taş, Salih Tozan, Ahmet Tarık Tekçe gibi isimler hayranlıkla kendisini izledi. Oynayacağı rol elinden alınan ve kendi eliyle götürdüğü genç kıza verilen Emel Yıldız ise bu durumu, "Türkan Şoray'ı sinemaya kazandırdım ya, benim rolüm gitmiş, ne önemi var?" diyerek karşıladı.

Kariyerinin başlaması üzerine küçük amcası Rıdvan Şoray, bir akşam evlerinin kapısına dayandı ve yeğeninin oyuncu olmasına öfkelenerek o günden sonra Şoray soyadını kullanmamasını söyledi. Türkan Şoray bunun üzerine kendisine yeni bir ad ve soyadı aradı ancak rol aldığı filmin afişine adı çoktan Türkan Şoray olarak basılmıştı. 

Türkan Şoray, “Köyde Bir Kız Sevdim”den 500 TL kazandı. Meliha Sav, henüz 15 yaşında olan kızının yanında olmak için işten ayrılsa da başka film teklifi gelmedi ve geçim sıkıntıları başladı. Bunun üzerine Türkan Şoray, her gün annesi ile birlikte Beyoğlu'ndaki sinemacıların ofislerine gidip gelmeye başladı. Kısa zamanda yeni bir teklif gelmeyince para kazanmak adına şarkıcı olmaya karar verdi ve dönemin ünlü gece kulübü Çatı'ya giderek Fecri Ebcioğlu'ndan müzik dersleri almaya başladı. İlham Gencer, kendisine; sahiden güzel bir sesinin olduğunu söyledi. Çatı'da sahneye çıkmak için anlaşma yapacakları sırada "Aşk Rüzgârı" (1960) filminden teklif geldi. Bu film, oyunculuk kariyerindeki dönüm noktalarından biri oldu. Türkan Şoray, filmde Göksel Arsoy'un canlandırdığı karakterin üç sevgilisinden birini oynuyordu. Halk galasında izleyiciler, filmin finaline yaklaşılırken Türkan Şoray'a olan beğenilerini koltuklara vura vura gösterdiler ve Göksel Arsoy'un canlandırdığı karaktere hitaben "Bu kara kızla evlen!” diye bağırdılar. Tüm bu ilgi Şoray'ın çok hoşuna gitti ve şarkıcılık defterini kapatarak bütünüyle sinemaya yöneldi. 

Dönemin ünlü yapımcısı Hürrem Erman, başlangıçta Türkan Şoray için "Bu kıza en ufak yatırım yapılmaz, hiçbir şey olmaz bu kızdan." dese de daha sonra yeteneğini fark ettiğinde Şoray'ı evinde ağırladı ve özür dileme mahiyetinde bir yemek verdi. 

"Sevimli Haydut" (1961) filminin çekimlerinde sahne gereği sırtının tamamen çıplak olması gerekiyordu. "Oyuncu olmak, film çevirmek için öpüşmek de gerekebilir sırtını açmak da..." denilerek annesi Meliha Sav ikna edildi. Sahneye ara verildiği anlarda Meliha Sav elinde bir örtüyle koşarak kızının sırtını örterdi.

“Zorlu Damat” (1962) filminin çekimleri sırasında yönetmen Hulki Aker, çekilecek olan bir sahnede Ayhan Işık ile öpüşmesi gerektiğini söyledi. Türkan Şoray, bu sahnenin çekimleri hakkında daha sonra şöyle söyledi: "Sahne çekilirken tabii robot gibi gibi tepkisiz durdum herhâlde. Ayhan Işık, oyuncu olarak ne kadar sıkıntı çekmiştir kim bilir."

Bu dönemde zengin bir iş adamı kendisine talip oldu. Annesi, artık sinemayı bırakarak evinin kadını olmasını istese de Türkan Şoray bunu kabul etmeyerek bütünüyle işine odaklandı ve yılda on iki-on üç film çekmeye başladı. O kadar yoğun çalışıyordu ki aynı gün içerisinde senaryolarını okuyamadığı iki-üç filmin setinde bulunuyordu. Yönetmen, nasıl bir kadını canlandıracağını söylüyor ve Türkan Şoray'a bırakıyordu.

1963 yılında düzenlenmeye başlanan Antalya Film Festivali'nde “En İyi Kadın Oyuncu” dalında ilk Altın Portakal'ı Türkan Şoray kazandı.

Rita Hayworth'ın “Gilda” uyarlaması “Bomba Gibi Kız” (1964) ve Marilyn Monreo'nun “Bazıları Sıcak Sever” uyarlaması “Fıstık Gibi Maşallah” (1964) filmleri ile artık 19 yaşında olan Türkan Şoray, daha kadınsı rollerde yer almaya başladı. 

1964 yılında, “Gözleri Ömre Bedel" filminin çekimleri başladığında sinemaya yeni başlamış olan Cüneyt Arkın'a, "Sakın Türkan'ın gözlerine bakma, ölürsün." uyarısı yapıldı.

"Ah Güzel İstanbul" (1966) filmi için kendisine defalarca teklif gelse de sevişme sahnelerinden dolayı kabul etmedi ve rol Müjde Ar'a verildi. 

"Sinemada güzel bir kadın olmanın ötesine geçmeliyim." düşüncesi ile Lütfi Ömer Akad'ın 1967 yapımı "Ana" filminde rol aldı. Bu film de kariyerindeki dönüm noktalarından biri idi. Seyircisini hayal kırıklığına uğratmamak adına bir karar aldı: Artık öpüşme ve sevişme içeren açık seçik sahnelerde rol almayacaktı.

Birçok kazaya maruz kaldı. Hızla giden otomobilden kendini yere atınca kanlar içinde kaldı, yüzme bilmediği hâlde derin denize atladı, hızla giderken fren yerine gaza basmasıyla trafik kazası geçirdi, attan düşerek bir ay boyunca sırtüstü yatmak zorunda kaldı.

"Cemo" (1972) filminin çekimleri sırasında Fikret Hakan ile atın üzerinde yan yana dörtnala gidiyorlardı. Aslında çok uysal olan at, bir anda kontrolsüz şekilde koşmaya başladı ve kameranın görüş açısından çıktı. Türkan Şoray bir süre dayansa da daha fazla tutunamayarak kayalıkların üzerine düştü. Türkan Şoray'ın o hâlini gören Melda Sözen geçirdiği şoktan dolayı bayıldı. Şoray'ın yüzüne giren kaya parçası üç saat süren ameliyatla çıkarıldı. Daha sonra röntgen çekildiğinde boyun omurlarında kayma olduğu ve hiçbir yere kıpırdayamayacağı, aksi takdirde felç kalacağı söylendi. Türkan Şoray, bütün riski göze alıp İstanbul'da tedavi olmak istedi. Böylece bir uçağın on iki koltuğu söküldü ve Türkan Şoray, uçağa yatağıyla birlikte yerleştirildi. Kendisi için şöyle bir anons yapıldı: "Kaptan pilot İsmet Yeşil, Türk Hava Yolları F-27 Koç uçağına 'Türkan Şoray hoş geldi.' der." Başına takılan 12 kg'lık demir ağırlıklarla boynu gerilen Türkan Şoray, o şekilde hiç kıpırdamadan kırk gün yattı. İyileşmesi için hastanenin bahçesinde kurban kesip adakta bulunan hayranları oldu. On profesörün bulunduğu kurul, Şoray'ın durumuna bir de yurt dışında bakılması gerektiği kararını aldı. Bunun üzerine İsviçre'ye giden Türkan Şoray, gördüğü fizik tedavisi sonrasında sağlığına kavuştu ancak artık başını sert bir şekilde hareket ettirmesi ve ata binmesi yasaktı. Bunun üzerine doktorların tavsiyesi ile daha az çalışmak zorunda kaldı ve 1972 yılında yalnızca 6 film çekebildi. 

Türkan Şoray, 1972 yılı içerisinde bir gazete haberine rastladı: İşçi olarak Almanya'ya giden bir adam, köydeki eşi hakkında yapılan dedikoduların etkisi altında kalarak onu öldürmek için Türkiye'ye doğru yola çıkmış ve yolda geçirdiği trafik kazası sırasında da ölmüştü. Şoray, bu haberin çarpıcı bir filme dönüşebileceğini düşündü ve İrfan Ünal'a bu hikâyeyi film olarak çekmeyi teklif etti. Senaryo, Safa Önal'a yazdırıldı. Düşünülen yönetmen Atıf Yılmaz idi ancak o sırada başka bir film çekiminde olduğu için teklifi kabul edemedi. Bunun üzerine İrfan Ünal, Türkan Şoray'a: “Bu hikâyeyi çok seviyorsunuz. Konuya hâkimsiniz de. Sizde o yetenek de var. O hâlde yönetmenliğini siz yapın." dedi. Fikret Hakan ile Ahmet Mekin, filmde oynamayı kabul etmedi. Rol, Bilal İnci'ye verildi. İzleyicinin yoğun ilgisiyle karşılaşan “Dönüş” (1972) filmi, Moskova Film Festivali'ne davet edildi. Film, Moskova'daki Lenin Dvarietes Sporta Salonu'nda Rusça dublajla gösterildi. Film sona erdiği an on dört bin kişi ayağa kalkarak Türkan Şoray'ı alkış yağmuruna tuttu. “Dönüş” ile Türkan Şoray, Moskova Film Festivali'nden “Özel Ödül” kazandı. Daha sonra "Azap" (1973) filmini yönetmeye karar verdi. Bu film, Türkan Şoray'ın bir yönetmen olarak kabul görmesini sağladı. 

Yeşilçam Filmcilik, anlaşması olduğu Türkan Şoray için yeni bir film arayışı içindeydi. Türkan Şoray, "Kırgız Cengiz Aytmatov'un 'Kırmızı Eşarp' romanını çok sevdiğini" söyleyerek onu çekmek istedi. Böylece "Selvi Boylum Al Yazmalım" (1977) filmi seyirci ile buluştu.

1983 yılında Cihan Ünal ile evlendi. Kızı Yağmur Ünal'a 5 aylık hamileyken daha önce yapılan anlaşmadan dolayı “Bir Sevgi İstiyorum”da (1984) oynadı. 

Rol aldığı, bir sosyal sorumluluk projesi olarak çekilen “Berdel” (1990), European Film Festivali'nde Avrupa'nın en iyi filmi seçildi. Filmi Valencia Film Festivali'nde izleyenler, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nün Türkan Şoray'a verilmemesini protesto etti.

200'e yakın film ve dizide rol aldı. Bazıları şunlardır:

Hatırla Sevgilim (1961)

Acı Hayat (1962)

Dikmen Yıldızı (1962)

Gözleri Ömre Bedel (1964)

Çalıkuşu (1966)

Sinekli Bakkal (1967)

Vesikalı Yarim (1968)

Fosforlu Cevriyem (1969)

Kara Gözlüm (1970)

Sultan Gelin (1973)

Devlerin Aşkı (1976)

Gramofon Avrat (1987)

Tatlı Betüş (televizyon dizisi, 1993)