Aşık Hanifi Ünver

Aşık Hanifi Ünver

1946 yılında Malatya’nın Doğanşehir ilçesinde dünyaya geldi. Asıl doğum tarihi olarak 1946 yılını işaret eden Ünver’in doğum tarihi nüfusunda 1948 olarak geçmektedir. Hanifi Ünver’in doğduğu gün ve ay tam olarak bilinmemektedir. Annesinin deyimi ile “buğday derimi” döneminde doğdu. Ali Ünver, Teslime Ünver çiftinin beşi erkek, ikisi kız yedi çocuğunun sonuncusudur. Annesinin ve babasının ikinci evliliklerinden doğan iki erkek çocuktan biridir. Babası Ali’nin bir önceki evliliğinden biri erkek biri kız iki çocuğu; annesi Teslime’nin de bir önceki evliliğinden ikisi erkek biri kız üç çocuğu vardır. Annesinin bir önceki evliliğinden olma üç üvey kardeşini kaybetti. Bunlardan büyük olan abisi Manisa Soma’da şantiyede çalışırken çıkan bir kavgayı ayırmak isteyip, açılan ateş sonucu aldığı yarayla vefat etti. Küçük abisi ise bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Ablası ise vadesiyle vefat etti.

Aile zamanla, karşılaştıkları zorluklar sebebiyle mal varlığını yitirdi, giderek yoksullaştı. Hanefi Ünver dünyaya geldiği zaman da ellerinde pek bir şey kalmadı. Aile dar bir alanda çiftçilik ve kısıtlı imkânlarla hayvancılıkla uğraşmak durumunda kaldı. Bu sebeple hayatı doğumuyla beraber zorluklarla geçti. Kendi deyimiyle “talihsiz” dünyaya geldi. Doğumundan altı, altı buçuk ay sonra gözlerini kaybetti. Annesinin kendisine naklettiği kendisinin de bize aktardığına göre gözlerini kaybetmesi yaz aylarında gerçekleşti. Bu olay, öğle ile ikindi vaktinin arasında kendi deyimiyle nazardan oldu: “Bebekken altı veya altı buçuk aylıkken gözlerimi kaybetmişim. Nazardan… Çiçek hastalığı da varmış da benimki anında olmuş. Öğle ile ikindi arasında… Annem öyle söylerdi. Annem beni öğlede seviyor, okşuyor, emziriyor, kaldırıyor beşiğe yatırıyor, ikindi ezanı okunmadan önce bu hâl başımıza geliyor.” Hadisenin farkına varılmasından sonra tedavi süreci başladı. Doğanşehir’in çok tanınan, “ağa takımının büyüklerinden” bir kişinin eşi, bebek Hanifi’nin tedavisini üstlendi; bu tedavi işe yaramadı. Ardından doktora götürüldüyse de müdahale için geç kalındı. Aynı doktor, tedavisi mümkün olabilir diye yedi yaşındayken bir daha gelmelerini söyledi; aile maddi imkânsızlıklardan ötürü söylenilen zamanda doktora götüremedi. Bu sebeplerden gözlerini tamamen yitirdi. 

Küçük yaşlardan itibaren sesiyle çevresindekilerin dikkatini çekti. Yedi sekiz yaşlarında darbuka çalmaya ve düğünlerde türkü söylemeye başladı. Darbukadan sonra kaval çalmaya başladı. Darbuka ve kavalla olan münasebeti ilk gençlik çağına kadar devam etti. On beş yaşında bağlamaya ilgi duymaya başladı. 1963 yılından itibaren saza merak saldı ve sazı elinden hiç bırakmadı. 

Yedi sekiz yaşlarında gittiği Kur’an kursu dışında herhangi bir eğitim alamadı. Gittiği Kur’an kursundan da bir, bir buçuk sene sonra okuyamadığı gerekçesiyle ayrılmak zorunda kaldı. 1958 ya da 1959 senesinde Malatya Doğanşehir’e Gaziantep Körler Okulu’ndan yetkililer geldi ve babası kendisini bu okula göndermek istediyse de annesi engel oldu. Böylece bu eğitim fırsatından yoksun kaldı. Çaldığı enstrümanlar için de bir eğitim almadı. Hepsini irticalen ve kulaktan dolma bir şekilde çaldı.

Emine Hanım ile 1970’te evlendi. Eşi Emine Hanım, annesinin teyzesinin torunuydu. Bu evlilikten 22 Mayıs 1988 tarihinde Gamze isminde bir kızları oldu. Müziğe olan yeteneği 1979 yılına kadar aynı zamanda gelir kaynağı oldu. Doğanşehir ilçesinde yapılan düğünlerde önceleri darbuka ve daha sonra saz çalıp türkü söyleyerek geçimini sağladı. Bunun yanı sıra yine Doğanşehir’de görme engellilerin grubuna katılarak okul konserlerine çıktı. Bu süre zarfında Doğanşehir’de bir süre de müezzinlik de yaptı. 1977 yılında ilk kez yurt dışına çıktı. Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde gazinolara çıkarak müzisyenliğini icra etti. Üç dört ay Almanya’da kaldıktan sonra yurda döndü. Dinleyicilerin beğenilerini kazanmasıyla 1978 yılında tekrar Almanya’ya gitti ve bu kez altı ay gibi bir süre Almanya’da yaşadı. Ardından memleketinin ve eşinin hasreti ağır bastığı için yurda tekrar döndü. 1977 -1978 yıllarından itibaren kaset çalışmalarına girdi. Bu çalışmalardan on bir adet albüm piyasaya çıktı. 1979 yılında Sivaslı bir arkadaşının vasıtasıyla çay paketleme işine girdi. Bu iş sebebiyle on bir ay Rize’de ikamet etti ve çay paketleme işiyle uğraşırken bir yandan da sazını çalıp söylemeye devam etti. Rize’nin havası nemli olduğu rahatsızlandı ve bu sebeple Ankara’ya taşındı. 1995 yılına kadar Ankara’da yaşadı, aynı sene bu işten emekli oldu ve memleketi Doğanşehir’e geri döndü. 

1991 yılında müziği bıraktı. On yedi sene sonra 2008 yılında tekrar çalıp söylemeye başladı. Saza geri dönmesinin en büyük sebebi eşinin rahatsızlığı ve Ünver’in onu tedavi ettirebilecek maddi imkânlara sahip olmamasıdır. Görme engellilerin düzenlediği bir gecede sahne almak için 2009 yılında İstanbul’a gitti. Düzenlenen gece esnasında felç geçirdi. Vücudunun sol tarafına inen felç neticesinde Doğanşehir’e geri döndü. Hâlâ Malatya’nın Doğanşehir ilçesinde yaşamını sürdürmektedir. Ağabeyi Burhan Ünver ile aynı apartmanda oturan Ünver rahatsızlığının verdiği maddi ve manevi sıkıntıları üzerinden atmaya başladı ve “Çok doldum. Artık söylemem lazım.” dediği şiirlerini sazıyla tekrar yavaş yavaş söylemeye başladı.