Nasır Lidinillah

Nasır Lidinillah

Otuz dördüncü Abbasi halifesi Ebü’l Abbas en-Nasır Lidinillah Ahmet b. El Müstazi Biemrillah El Hasen, 1158 yılında doğdu. Babasının ölümünün ardından 30 Mart 1180 tarihinde halifelik makamına geçti. Nasır Lidinillah, uzun yıllardır devlet olma özelliğini kaybeden Abbasi Devleti’ni eski güçlü günlerine kavuşturmak için çalıştı. Bu doğrultuda yaptığı ilk iş, Bağdat’taki eski Selçuklu sarayını 1187 yılında yıktırmak oldu. 1189-1191 yılları arasında haçlı ordularına karşı Kahire’yi savunmak zorunda kalan Selahaddin Eyyubi’nin içine düştüğü sıkıntıdan yararlanıp topraklarını genişletmek istedi. Bu amaçla önce Selahaddin’in doğum yeri olan Tıkrit’i, ardından Fırat kıyısındaki şehirleri ele geçirdi. 

Irak Selçuklu Devleti Tarihe Karıştı 

Nasır Lidinillah, bölgesindeki siyasi dengeleri lehine çevirmek için askerî ve politik manevralar yaptı. Selahaddin’i haçlılarla baş başa bıraktıktan sonra Harezmşahlar ile Irak Selçuklu Devleti arasındaki rekabeti de lehine çevirmeyi bildi. Harezmşah Sultanı Alaaddin Tekiş ile Irak Selçuklu Sultanı II. Tuğrul arasında 1194 yılında yapılan savaşta II. Tuğrul hayatını kaybetti ve Irak Selçuklu Devleti tarihe karıştı. Irak Selçuklu Devleti’nin tarihe karışmasıyla Abbasi Devleti ile Harezmşahlar arasında bir miras anlaşmazlığı ortaya çıktı. Nasır Lidinillah, egemenlik sahasını genişletmek için Irak Selçuklu Devleti topraklarını ilhak etmek istiyordu. Vezir İbnü’l Kassab bu amaçla Huzistan ile bazı İran eyaletlerini 1195 yılında ele geçirdi. Ancak bir yıl sonra Harezmşahlar bu toprakları geri aldı. Sadece Huzistan’ı Abbasiler’e bıraktılar. 

Harezmşahlar En Büyük Tehdit Oldu 

Irak Selçukluları’ndan kurtulduktan sonra Harezmşahlar tehdidiyle karşı karşıya kalan Nasır Lidinillah, Gurlulular ile ittifak yaptı. Harezmşahlar hükümdarı Muhammed b. Tekiş, Abbasi halifesinden Bağdat’ta okunan hutbelerde isminin anılmasını istedi. Karşılıklı tahriklerden sonra Muhammed b. Tekiş, ülkesindeki ulemadan Nasır Lidinillah’ın hilafete layık olmadığına dair bir fetva alıp onun yerine 1217 yılında Hz. Ali soyundan Alâülmülk-i Tirmizî’yi halife tayin ettiğini duyurdu. Kendi adına hutbe okuttu, sikke kestirdi. Muhammed b. Tekiş’in bu girişimini ciddiye alan Nasır, sorunu barış yoluyla çözmek istese de başarılı olamadı. Ancak kış mevsiminin erken gelmesi Nasır Lidinillah’ı saldırıya uğramaktan kurtardı. Buna rağmen, Muhammed b. Tekiş, Horasan’da bir cuma hutbesinde Nasır’ı ölü olarak ilan etti. Bazı Batılı kaynaklar, Nasır Lidinillah’ın, Harezmşahlar’ın tehdidinden kurtulmak için Cengiz Han’dan yardım istediği ve onu Harezmşahlar’a karşı kışkırttığını iddia etmişlerdir. Moğollar karşısında bozguna uğrayan Harezmşah’ın 1220’de ölümünden sonra halife güçlü bir düşmanından daha kurtulmuş oldu. Muhammed b. Tekiş’in ölümünden sonra yerine geçen oğlu Celaleddin Harezmşah doğudan gelen Moğol tehdidine karşı, zayıf komşuya doğru sınırlarını genişletmek istedi. 1225’te ordusuyla Bağdat’ın 200 km yakınına kadar gelen Celaleddin Harezmşah, halifeye ve Moğollara karşı verdiği mücadeleyi cihat olarak ilan etti. Halife bu durumda Moğolların Bağdat’a saldırabileceği endişesine kapıldı. Moğol tehdidi ister istemez yerel emîrlikleri birlikte hareket etmeye zorladı. Ancak Cengiz Han’ın ordularını geri çekmesi Moğol tehdidinin ilk aşamasının tehlikesiz atlatılmasıyla sonuçlandı. Selahaddin Eyyubi’nin ölümünden sonra Eyyubiler, haçlılar karşısında iyice yalnız kaldı. Müslümanların huzur ve güvenliğini sağlamakla görevli olduğunu iddia eden halife, Müslümanlar haçlılarla karşı karşıya kaldığında sadece kendi egemenlik alanını genişletme amacıyla hareket etti. Haçlılar, 1218 yılında Dimyat’a saldırdıklarında Nasır Lidinillah, Eyyubiler’in yardım çağrısına kulak vermedi. Tabii bir yıl sonra kendisi aynı yardımı istemek zorunda kaldı. Nasır Lidinillah’ın askerî ve siyasi manevralarla devletini eski kudretli günlerine kavuşturma planını gerçekleştirmeye ömrü vefa etmedi. Kırk beş yıl hilafet makamında kalarak en uzun süre halifelik yapan Abbasi halifesi unvanını alan Nasır Lidinillah 5 Ekim 1225 tarihinde vefat etti ve yerine oğlu Zahir Biemrillah geçti. 

Halifeliğe Siyasi Misyon Yükledi 

Abbasiler’in siyasi nüfuzunu genişletmek için dinin gücünü kullanmaya çalışan Nasır Lidinillah, halifeliği dünyevi ve ruhani tek merkeze dönüştürme idealine kendini adadı. Bu idealini gerçekleştirmek için siyasi ve itikadi açıdan farklı görüşlere sahip çeşitli mezhepleri yakınlaştırmaya, hatta birleştirmeye çalıştı. Müslüman ve gayrimüslim hükümdarlarla ittifak oluşturma politikası, idari alanda yaptığı reformlar, fütüvvet teşkilatını yeniden düzenleyip kendi kontrolü altına alması ve fermanlarının İslam dünyasında sistematik olarak dağıtılması bu hedefe yönelik faaliyetlerdir. Onun döneminde halifelik kurumu biraz daha saygın bir konum kazandı. Ancak Harezmşahlar’a karşı kışkırttığı Moğollar, sonunda Abbasi Devleti’nin de çöküşünü hazırladı.

Sosyal Yaşama Müdahale Etti 

Nasır Lidinillah, görevi süresince sosyal hayatı denetim altına almaya çalıştı. Atıcılık sporu ile uğraşanların kendisinden izin almasını şart koştu. 1194 yılında bütün yetişkin güvercinleri öldürterek halkın sadece kendi yetiştirdiği güvercinleri haberleşmede kullanmasını zorunlu tuttu. Bu güvercinler onun belirlediği rotada uçuyor, her güvercin postası önce onun veya güvendiği birinin eline geçiyordu. Halifenin huzuruna kabul edilebilmek için ondan bir güvercin almış olmak gerekiyordu. Bu sebeple Bağdat’ta halifeden bir güvercin almanın, fütüvvete intisap etmenin ve atıcılık yapmanın yalan söylemeyi imkânsız hâle getireceğini ifade eden bir deyim ortaya çıkmıştır. Ahiliğin Nüvesi Fütüvvet Teşkilatını Kurdu Nasır Lidinillah’ın Bağdat’ta yaptığı en önemli çalışmalardan biri Fütüvvet teşkilatını kurmak olmuştur. Kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis edebilmek için bir nevi sivil örgütlenmeye giderek halifeliğin etkisini geniş alanlara yaymaya çalışmıştır. Fütüvvet, yiğit anlamına gelen feta kelimesinden gelmektedir. Mesleki bir organizasyon olan Fütüvvet -yiğitlik- teşkilatının tasavvufi yönü de vardır. Nasır Lidinillah, bazı mutasavvıf bilginlerin etkisiyle önceleri tepki gösterdiği Fütüvvet teşkilatını kısa sürede yeniden düzenledi ve bu teşkilatın en büyük lideri oldu. Halife, sayıları oldukça kalabalık olan ve zaman zaman birbirleri ile çatışan inanç ve fikir topluluklarını Fütüvvet teşkilatı içinde toplayıp manevi otorite kurmakla kalmadı, aynı zamanda bu teşkilatı siyasi planlarının da aracı hâline getirdi. O dönemde Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı Alaaddin Keykubat’ın da üye olduğu teşkilat içinde bir dönem ahilik teşkilatı da örgütlendi. Fütüvvet teşkilatı ortadan kalktıktan sonra da ahilik Anadolu’da varlığını uzun süre devam ettirmiştir. Nasır Lidinillah, 1203 yılından itibaren devletin üst düzey görevlilerinin Fütüvvet teşkilatına girmesini zorunlu tuttu. Halife böylece hepsinin manevi liderliğini de üstlenmiş oldu. Aynı şekilde yerel bir emîrin teşkilata katılmasıyla o emîrin tebaası da teşkilata katılmış sayılıyordu. Böylece Nasır Lidinillah, sivil toplum organizasyonuyla nüfuzunu genişletmiş oluyordu. Halife Nasır 1207’de yayımladığı ferman ile Fütüvvet teşkilatının hikâyesini de yazdı, -hikâyeye göre, teşkilatın kurucusu Hz. Ali idikendisini de Hz. Ali’nin takipçisi ilan etti. Böylece hem Sünnilerin hem Şiilerin lideri olmaya çalıştı. Hatta bu konuyla ilgili o dönemde kitaplar kaleme alındı. Fütüvvetin soyağacı Hz. Âdem’den başlatılıp Nasır Lidinillah’a kadar uzatıldı. 

İsmailiye İtikadı Mensuplarını Sünnileştirdi 

Halife, kendisini hem Sünnilerin hem de Şiilerin ortak paydası olarak gösterdi. Böylece halifeliğini, İslam dünyasındaki bütün dinî ve siyasi gruplar için dünyevi-manevi hâkimiyetin bağlayıcı bir formu olarak kabul edilebilir hâle getirdi. Bu teşkilatın en büyük siyasi propagandisti de Şehabeddin Sühreverdi idi. Sühreverdi halifeyi şeyh-mürit ilişkisine benzer bir konuma oturtur ve onu Allah ile halk arasında Allah tarafından tayin edilen bir vasıta şeklinde görür. Ona göre halife Allah’ın yeryüzündeki temsilcisidir. Sünni hilafet teorisine ters düşen bu tavrıyla o, imamı otoritesi ve karizmatik fonksiyonu sebebiyle icmanın dışında gören Şiilere yaklaşmaktadır. Nasır Lidinillah, Sühreverdi’nin bu fikirlerinden siyasi sonuçlar çıkarmıştır. Onun halifeliği sırasında halk resmen tasavvufa yönlendirilmiştir. Nasır Lidinillah dinî ve siyasi görüşlerinin yayılması için Suriye, Mısır, Anadolu ve İran’a elçiler göndermiştir. Bütün mezheplere eşit mesafede durmuştur. Şia’ya karşı olumlu tavrı halifeliğini Ali taraftarları nezdinde de meşrulaştırmıştır. Ali taraftarlarının nakipleriyle yakın ilişkiler kurması, vezirliğe, yüksek memurluklara ve danışmanlıklara İmamiye Şiasına mensup kişiler tayin etmesi onun bu tavrıyla ilgilidir. İmamlarının Sünni İslam’a geçişiyle birlikte İsmaililer Abbasiler’in en tehlikeli düşmanı olmaktan çıkmıştır. Nasır Lidinillah bir zamanlar çok korkulan Batınilerin kendisine bağlı hâle gelmesini en büyük başarılarından biri olarak görmüştür. Halife Nasır aynı zamanda Bağdat’taki eğitim kurumlarını da ıslah etmiştir. Onun eğitim kurumlarını ıslah etmesinin bir sebebi de çeşitli menfaat çatışmalarına yol açan gelirleri kontrol altına almaktı. Selçuklular’dan itibaren medresede sadece fıkıh, tefsir, hadis, gramer, edebî teoriler ve matematiğin ilk prensipleri okutulurken dinî ilimler bundan böyle hem medresede hem camide, tıp çoğunlukla hastanelerde, matematik, fizik ve felsefe gibi ilimler ise özel olarak okutulmaya başlanmıştır. Onun zamanında bir nevi toplumsal eğitim kurumları olan vakıf müesseseleri tarzındaki ribattaki derslere medrese öğrencileri de devam etmiş, bu derslerde işlenen konular medrese derslerini etkilemiştir. Halifenin ilmî toplantılara düzenli olarak katıldığı, dışarıdan gelen ve çoğu ribatta ikamet eden öğrencilerin ihtiyaçlarının ücretsiz karşılandığı kaydedilmektedir. Tarikatların ortaya çıkışı, onun ribat müessesesine eğilmesi ve Fütüvvet’in yeniden yapılanmasına paralel olarak gerçekleşmiştir. Nasır 1193’te Nizamiye Medresesi’ni tamir ettirip genişletmiş, bir kütüphane inşa ettirmiş, yeni yapıya onun adına nisbetle Nasıriyye adı verilmiştir. 1183 yılında Kâbe’ye yeşil renkli örtü yollayan Nasır hilafetinin sonuna doğru siyah örtü göndermiş, böylece Memun’un getirdiği beyaz ipek örtünün rengi siyaha çevrilmiş ve bu durum günümüze kadar devam etmiştir. Moğolların 1258 yılında Bağdat’a girişiyle birlikte hem Abbasi halifeliği çökmüş hem de Fütüvvet teşkilatı dağılmıştır.

Kaynak: Abbasiler ve Abbasi Halifeleri, Hasan Yılmaz, Elips Kitap, Ocak 2017, Ankara.