Kenan Pars

10 Mart 1920 tarihinde, İstanbul’da doğdu. Gerçek adı Kirkor Cezveciyan’dır. Türkiye Ermenilerindendir. 

Ortaöğrenimini Bakırköylü Sanatçılar Derneği olarak bilinen Fransız Okulunda tamamladı. Bezazyan Ermeni Lisesini 1937 yılında bitirdi. Askerliğini Balıkesir’de yaptı. Verdiği bir röportajda, “Gayrimüslüm olduğum için elime silah yerine kazma kürek verdiler. Akhisar-Sındırgı yolunun yapımında emeğim büyüktür.” dedi. Askerlik yaptığı dönemde Paskalya geldiğinde bir subayın eşinin kendisine özel olarak bir aile yemeği hazırlaması, onun kültürüne uygun yemekler yapması Kenan Pars’ı derinden etkiledi. 20 yaşına kadar ters düşüncelerle büyüdüğünü fark etti ve Müslüman olmasa da İslam dini adına bir şeyler yapması gerektiğini düşündü. Böylece kelimeişehadeti öğrenmeye karar verdi. “Ben kelimeişehadet getirmiş bir Türk’üm!” sözleri dikkat çekti. 

 Hat sanatı ile ilgilendi.

Oyunculuğa çocukluk arkadaşı Sırrı Gültekin’in aracılığıyla 1953 yapımı “Öldüren Şehir” filmiyle başladı. Sinemada sert ve kötü adamları canlandırdı.

“Oğlum” (1961), “Derdimden Anlayan Yok” (1962), “Cinayet Gecesi” (1963), “Ölüm Allah’ın Emri” (1964), “Aklın Durur” (1965) ve “Bir Ateşin Yanarım” (1966) filmlerini yönetti. “Oğlum” (1961) ve “Cinayet Gecesi” (1963) filmlerinin senaryosunu yazdı. “Oğlum” (1961), “Şafakta Buluşalım” (1961), “Derdimden Anlayan Yok” (1962), “Cinayet Gecesi” (1963), “Ölüm Allah’ın Emri” (1964), “Aklın Durur” (1965) ve “Bir Ateşim Yanarım” (1966) filmlerinin yapımcılığını üstlendi.

1990’larda Bakırköy’de gazete bayisi açtı.

10 Mart 2008 tarihinde, İstanbul’da vefat etti. 

250’nin üzerinde filmde oynadı. Bazıları şunlardır:

Beyaz Cehennem/Cingöz Recai (1954)

Günahkâr Baba (1955)

Kalp Yarası (1961)

Lekeli Kadın (1962)

Sahte Nikâh (1962)

Ekmekçi Kadın (1965)

Fatih’in Fedaisi (1966)

Cezanı Çekeceksin (1976)

Küçük Ağa (televizyon dizisi, 1983)

Sosyete Şaban (1985)

Küçük Besleme (televizyon dizisi, 1999)

 

Kenan Pars: “Askerliğimin ilk günü, Ali Bey’in evinin kapısını çaldım. Eşi açtı. Bana çok çirkin göründü. Kadın, bana: ‘Oğlum, bana günde iki kova su getir. Ama suyu bahçe tuvaletinin yanına dökmeden koyacaksın. Sen İstanbul çocuğusun.’ dedi. Diğer Ermeni asıllı gençler, marangozhanede çalışıyorlardı ve beni çekemiyorlardı. Birtakım iftiralarla oradan göndermek istiyorlardı. Çünkü içlerinde en adama benzeyeni bendim. Bir gün subayın eşi şöyle dedi: ‘Sizin de paskalyanız yaklaşıyor. Neler yaparsınız bayramınızda? Kırmızı yumurta, piyaz, uskumru dolması mutlaka yaparsınız.’ Tedirginlikle kadını dinledim. Paskalya geldi çattı. Ailemden uzaktaydım ve onları özlüyordum. Ali Subay bana, ‘Gel, bir aile yemeği yiyelim.’ dedi. Ben de gittim. Masa hazır. Kırmızı yumurtadan uskumru dolmasına kadar her şey masada vardı. Tüylerim ürperdi. Gözyaşlarımı tutamadım. Anladım ki o güne yani 20 yaşına kadar hep ters düşüncelerle büyümüşüm. O gün bambaşka biri oldum. Bir Müslüman, bayramını biliyor ve bayramımı kutluyordu. Ben de Müslüman olmasam da İslam dini adına bir şeyler yapmam gerektiğine karar verdim ve kulaktan dolma olarak duyduğum kelimeişehadeti öğrenmek istedim.”

“Kirkor Cezveciyan, sadece kimliğimdeki adım. Kullanmıyorum. Ben Türkiye vatandaşı Kenan Pars’ım. (…) Türkiye’de doğan, Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanını taşıyan, bir Türk gibi yaşayan adama ne denir? Ben bir Türk’üm. Türk olmanın anlamını hissediyorsan sen de Türk’sün.”