I. Mahmut

Osmanlı Devleti’nin Batı karşısında yenilgiyi kabul ettiği en önemli belge olan Karlofça Antlaşması’nı imzalayan hükümdar olarak tarihe geçen II. Mustafa’nın büyük oğlu olan I. Mahmut, 2 Ağustos 1696 tarihinde Edirne’de doğdu. Çocukluk yılları Edirne’de geçen I. Mahmut, 1703 yılında meydana gelen Edirne Vakası’ndan sonra, tahta çıktığı 1730 yılına kadar İstanbul’da yaşadı. Kafeste geçen yıllarında genellikle kuyumculukla uğraşan I. Mahmut’un tahta giden yolunu, Patrona Halil İsyanı açtı. Amcası III. Ahmet’in tahttan feragat ettirilmesi üzerine, 2 Ekim 1730’da hükümdarlık hırkasını giydi. Kendisine ilk biat eden de yerine geçtiği amcası III. Ahmet oldu. Hükümdarlığının ilk günlerinde, Patrona Halil ve şürekasının isteklerine hayır demedi. Nakit parayla yetinen ve devlette görev istemeyen Patrona Halil ve şürekası, şeyhülislamlık ve kazaskerlik görevleri ile yeniçeri ağalıkları ve önemli ocak ağalıklarına kendi adamlarını; başvezirlik görevine de Silahtar Mehmet Paşa’yı getirttiler. III. Ahmet döneminde konulan ek vergileri kaldırtan Patrona Halil ve adamları, Lale Devri’nde eğlence mekânı olarak kullanılan Haliç kıyısındaki köşk ve bahçeleri de yıktırdılar. Devlet, Patrona Halil’in vesayeti altına girmişti ve önemli kararlar Fatih Sultan Mehmet zamanında inşa edilen İstanbul’daki ilk yeniçeri kışlası olan bugünkü Şehzadebaşı Camii’nin karşısında yer alan Eski Odalar’ın bulunduğu Et Meydanı’ndaki 49’uncu cemaatin bulunduğu odada alınmaya başlanmıştı. Bu nedenle, I. Mahmut’un birinci önceliği Patrona Halil ve şürekasından kurtulmak oldu. 

Patrona Halil’i Sarayda Boğdurdu 

I. Mahmut, güvenilir adamlarının yardımıyla yeniçeri ve sipahilerin ileri gelenlerini yanına çekmeyi başardı. Patrona Halil’in nüfuzunu kırmak zorundaydı. Çünkü Patrona Halil, çarşı pazarda genel denetim yapabiliyor, hükümdarın huzuruna silahlı çıkabiliyor ve istediği kararları aldırabiliyordu. I. Mahmut, Patrona Halil’den kurtulmak için, ince bir plan hazırladı. 23 Kasım 1730 tarihinde genel gündemli bir divan-ı hümayun toplantısı düzenlenip Patrona Halil ve yakın adamları da bu toplantıya çağrıldı. Yapılan toplantıda 25 Kasım 1730’da gizli bir toplantı yapılması kararlaştırıldı. Düzenlenen gizli toplantıda Patrona Halil, yakın adamları ve korumalarının birbirinden ayrılması sağlandı. Silahlarından ve korumalarından arındırılan Patrona Halil ve adamları, Topkapı Sarayı’ndaki Sünnet Odası’nda bir baskınla öldürüldüler. Oda dışında bekleyen korumaları da ayrı ayrı yakalanıp idam edildiler. Topkapı Sarayı’nın avlusu bir savaş alanına dönse de Patrona Halil ve yandaşlarının kafaları ve cesetleri saraydan arabalarla çıkartılıp, sarayın önünde bekleyen kalabalığın önüne atıldı. Bu durumu gören Patrona Halil’in yandaşları da dağıtıldı. Patrona Halil isyanından ders çıkartan saray, İstanbul’da yoğun bir denetim başlattı. Özellikle hamamlarda çalışan Arnavutlar dağıtıldı. 2 bin kişi yakalanarak ya idam edildi ya da Anadolu’ya sürgün edildi. Böylece 25 Kasım 1730’dan itibaren I. Mahmut tahtın gerçek sahibi oldu. Sarayın aldığı bu tedbirler, kısa sürede sonuç verse de birkaç ay sonra yeniçeri ve cebecilerin katılımıyla yeni bir isyan hareketi oldu. Ancak Patrona Halil isyanından ağzı yanan halk, bu sefer hükümdara sahip çıktı ve isyanın büyümeden bastırılmasını sağladı. İsyan girişimine karışan yeniçerilerin yanı sıra, Boşnaklar ve Arnavutlar İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Saraya karşı isyan hareketlerinin olağan kabul edildiği bu dönemde, 2 Eylül 1731’de bir başka ayaklanma girişimi oldu. Ancak bu girişim de sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine, İstanbul’da güvenlik önlemleri sıkılaştırıldı. I. Mahmut, özellikle kadınların kıyafeti, fuhuş, esnafın denetlenmesi, narh meseleleri gibi toplumsal olaylarla yakından ilgilendi. 

Avrupa Ülkelerine Elçiler Gönderdi 

I. Mahmut, tahta çıkışını haber vermek üzere bir ilk gerçekleştirerek, Avusturya, Lehistan ve Rusya’ya elçiler gönderdi. Karlofça ve Pasarofça Antlaşmalarından sonra Osmanlı’nın Avrupa ile ilişkileri durağan bir hâl almışken doğu sınırlarındaki barış ortamı kaybolmuştu. Bu noktada en önemli sorun, İran ile olan sınır anlaşmazlığı idi. Şark seraskerliği denilen doğudaki orduların başkomutanlığına getirdiği Bağdat Valisi Ahmet Paşa 15 Eylül 1731’de İranlıları yenmiş, Hekimoğlu Ali Paşa da Urmiye ve Tebriz’i almıştı. 10 Ocak 1732’de Ahmet Paşa ile Muhammed Rıza Kulı arasında bir anlaşma imzalandı. Anlaşmaya göre Tebriz, Erdelan, Kirmanşah, Hemedan, Huveyze ve Luristan İran’a; Gence, Tiflis, Revan, Şirvan, Şemahi ve Dağıstan çevresi de Osmanlı Devleti’nin olacaktı. Anlaşmayı geçersiz kılan, I. Mahmut’un, Tebriz’in İran’a bırakılmasını kabul etmemesi oldu. Anlaşmaya taraftar olan başvezir Topal Osman Paşa ve Şeyhülislam Paşmakçızade Abdullah Efendi’yi görevlerinden alan I. Mahmut, başvezirliğe Hekimoğlu Ali Paşa’yı getirdikten sonra 6 Ekim 1733’te İran’a savaş ilan etti. İmzalanan anlaşmayı İran’da egemen olan Avşar Hanedanı’nın hükümdarı Nadir Ali Şah da kabul etmemiş ve karşı saldırı düzenleyerek Kerkük’e saldırıp Bağdat’ı kuşatmıştı. Nadir Ali Şah’ın Bağdat kuşatması 8 ay sürdükten sonra, Erzurum Valisi Osman Paşa, kuşatmayı kırmayı başardı. Ardından Tebriz geri alındı. Bu nedenle I. Mahmut’a “Gazi” unvanı verildi. Artık doğu sınırlarında İran ile bir nüfuz savaşı başlamıştı. Yapılan mücadelede kilit merkez Tebriz idi. Tebriz’i elde tutmak iki taraf için de prestij konusuydu. Ancak Osmanlı Devleti Tebriz’i elinde tutamadı. Üstelik Bağdat yeniden Nadir Ali Şah tarafından kuşatma altına alındı. İran’a düzenlenen seferin başkomutanlığına getirilen Abdullah Paşa, Haziran 1735’te Revan (Erivan) yakınında yapılan Arpaçayı Savaşı’nı kaybetti. Bunun üzerine Hekimoğlu Ali Paşa, başvezirlik görevinden alındı. Yerine Bağdat Valisi Gürcü İsmail Paşa, İran seferinin başkomutanlığına ise Rakka Valisi Ahmet Paşa’yı getirdi. I. Mahmut, İran’a karşı mutlak bir üstünlük kurmak istiyordu. Bunun için Kırım hanına hemen Kafkaslar yoluyla İran üzerine gitmesini emretti. Ama Kırım hanının İran üzerine gidecek olması OsmanlıRus ilişkilerinde gerilime yol açtı. Bunun üzerine, I. Mahmut İran ile anlaşma yollarını aramaya başladı. Böylece 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması şartlarını baz alan yeni bir anlaşma yapıldı. İran Hükümdarı Nadir Ali Şah, Caferî mezhebinin tanınarak her yıl İran tarafından Mekke’ye bir hac emiri gönderilmesi, esirlerin değişimi ve iki tarafın karşılıklı elçi bulundurması teklifi ile Abdülbaki Han’ı İstanbul’a gönderdi. Ancak İran’ın teklifleri reddedildi. Bunun üzerine, Osmanlı Devleti, Mustafa Ağa’yı teklifleri ile İran’a gönderdi. İmzalanan anlaşma doğrultusunda Nadir Ali’nin şahlığı tanındı ve İran’da Sünniliğin resmen ilanı şartıyla 1736 yılında anlaşma sağlandı. 

Ruslar, Kırım ve Azak’a Saldırdılar 

Lehistan üzerindeki vesayet mücadelesinde Avusturya’ya karşı üstünlük sağlayan Çarlık Rusya’sı, 1724’te İstanbul’da imzalanan ebedî barış hükümlerine aykırı olarak Ukrayna ve Podolya sınırlarında yeni kaleler inşa etmeye ve Rusların Karadeniz’e çıkış noktalarından biri olan Azak Denizi kıyısındaki Azak Kalesi’ne yakın yerlere de kuvvet göndermeye başladı. I. Mahmut’un, İran seferine destek için Kırım hanından istediği kuvvetlerin Kafkaslar’da, Kabardey bölgesinden geçmesi gerekiyordu. Ruslar ise bu bölgenin kendi sınırları olduğunu iddia ederek kararı protesto ettiler. I. Mahmut, emrinden vazgeçse de Ruslar bu durumu bahane ederek Mart 1736’da Azak Kalesi’ne saldırdılar ve ardından Kırım istikametine yöneldiler. Rusların saldırması üzerine, Osmanlı Devleti, 2 Mayıs 1736’da Çarlık Rusya’sına karşı savaş kararı aldı. Ordu, karadan ve denizden Kırım’a gönderildi. İran sınırındaki kuvvetlerin bir kısmı Kefe’ye sevk edildi. Bosna’dan toplanan askerlerin de günümüzde Romanya sınırlarında kalan Babadağ’daki orduya katılması kararlaştırıldı. Osmanlı Devleti, Ruslara bütün kuvvetleriyle karşı koymaya hazırlanırken Fransızlar da Avusturya’yı Rusya ile müttefik yapmaya çalışıyordu. Avusturya da bu konuda hevesli idi. Osmanlı Devleti, Avusturya’nın Rusların yanında savaşa gireceğine ihtimal vermiyordu. Bu yönde verilen istihbaratlara da itimat edilmiyordu. Osmanlı kuvvetleri, 16 Haziran 1736’da İstanbul’dan hareket edip Babadağı’a ulaştığında, Avusturya Elçisi Talman, I. Mahmut’u oyalamaya çalıştı. Görüşmelere Nemirov’da devam edilmesine karar verildi. Ruslar, 13 Temmuz 1736’da Azak Kalesi başta olmak üzere, Kırım’daki Gözleve, Orkapı ve Kılburun’u ele geçirdiler. Bahçesaray ve Akmescid’i tahrip ettiler. 

Avusturya, Rusları Destekledi 

Avusturya kuvvetleri, Osmanlı Devleti’nin beklemediği bir anda Haziran 1737’de Niş, Banyaluka ve İzvornik’e saldırdı. Eflak’a (Romanya) girip Bükreş’i ele geçiren Avusturya kuvvetlerinin saldırısını, 11 Temmuz 1737’de Özi Kalesi’ni işgal eden Ruslar takip ettiler. Arka arkaya uğranılan kayıplar Topkapı Saray divanında değişikliği zorunlu kıldı. Başvezirliğe Muhsinzade Abdullah Paşa’yı getirdi. Artık çok cepheli bir savaş söz konusu idi. Bu nedenle ordu bütün kuvvetleriyle Avusturya’nın ele geçirdiği toprakları almak için değişik cephelere yönlendirildi. Osmanlı’nın cephelerde sonuç alması üzerine, Fransızlar, barış için aracı olmak istediler. I. Mahmut, savaş sorumluluğunun Avusturya’ya ait olması şartıyla Fransa’nın barış aracılığını kabul ettiyse de sınır hatlarında orduyu güçlendirme çalışmalarını devam ettirdi. Ayrıca, Avusturya’nın elinde bulunan Belgrat’ı almak için plan yapmaya başladı. Bu arada, bir süredir Tekirdağ’da ikamet etmekte olan II. Rakoczi Ferenc 1738 yılı başında Erdel Krallığı tacı giydirilerek, Macaristan’ın Erdel bölgesine gönderildi. 1738 yılının ilkbaharında Belgrat üzerine sefere çıkan Osmanlı ordusu, Temeşvar yakınlarında Avusturyalıların saldırısına uğradı. İki kuvvet arasında Orsova, Mehadiye ve Semendire dolaylarında şiddetli çarpışmalar oldu. Osmanlılar, Mehadiye’yi alarak Orsova ve Adakale’yi işgal edip Tuna Nehri’ni geçerek, Temeşvar’a saldırılar düzenlediler. 17 Ağustos 1738’de Adakale alındı. Ardından Niş’e gelen Yeğen Mehmet Paşa buradan Belgrat’a saldırılar düzenledi. Hem Ruslara hem de Avusturyalılara karşı iki cephede, çoklu bir savaş veren Osmanlı Devleti, günümüzde Moldova sınırlarında kalan Bender Kalesi Başkomutanı Numan Paşa’nın komutasında, Özi Kalesi’ni geri alabilmek için Aksu ve Dinyester boylarında çarpışıyordu. Dinyester’i geçmek isteyen Ruslar 1738 yılı başlarında püskürtüldü. Azak Denizi’nden Karadeniz’e çıkan Rus donanması da Kaptanıderya Süleyman Paşa kumandasındaki Osmanlı filosu tarafından yakıldı. Savaşı Ruslar başlatsa da olaylar planladıkları gibi gelişmedi. I. Mahmut, Yeğen Mehmet Paşa’nın yerine başvezirliğe İvaz Mehmet Paşa’yı getirdi. Yeni başvezir, Nisan 1739’da Belgrat’ı ele geçirmek üzere yola çıktı. Belgrat-Hisarcık arasında yapılan savaşı Osmanlı kuvvetleri kazandı ve Belgrat, Avusturyalıların elinden yeniden alındı. Bu sefer barış teklifinde bulunan Avusturya oldu. Osmanlı Devleti’nin Ruslarla savaşmasını fırsata çevirmek için yeni cephe açan Avusturya, 28 Eylül 1739 tarihinde 27 yıllığına yapılan anlaşmayı kabul etmek zorunda kaldı. Varılan anlaşma sonucunda Avusturyalılar, Tuna’nın kuzeyine çekildi. 

Osmanlı-Avrupa İlişkileri Çoklu Dengeye Büründü 

Avrupa, reform ve Rönesans çalışmalarını tamamlamış, ordularını yeni tekniklerle donatmaya başlamıştı. Bir yandan iç barışlarını tesis ederken diğer yandan da nüfuz alanlarını genişletmeye çalışıyorlardı. Bu noktada en güçlü rakipleri Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya’sı idi. Rusların en büyük rakibi ise Osmanlı Devleti’ydi. Çünkü yayılma kabiliyetine sahip olduğu coğrafyalarda Osmanlı Devleti hâkimdi. Osmanlı Devleti’nin, farklı ittifaklara girmesi, bu nedenle Rusları endişelendiriyordu. Ruslar, Besarabya (bugünkü Moldova) üzerinden Memleketeyn denilen Eflak ve Boğdan’a (Romanya-Moldova) girmek istediklerinde İsveç-Fransa anlaşması, Fransa’nın Baltık’a donanma göndermesi ve Osmanlı-Prusya yakınlaşmasından telaşa kapıldı. Osmanlı Devleti, 10 Ocak 1737’de, İsveç ile bir ticaret anlaşması yaptı. Bu anlaşma Rusları daha da tedirgin etti. Yeni dengelerin aleyhine gelişmesinden tedirgin olan Ruslar, 12 Aralık 1739’da Osmanlı Devleti ile barış yapmak zorunda kaldı. Anlaşmaya göre, tahkim edilmemek şartıyla Azak Kalesi Ruslara bırakıldı. Kabardey bölgesinin tarafsız kalması kabul edildi. Osmanlı-Rus anlaşmasında ara buluculuk yapan Fransa Elçisi Villeuneve, 1740’ta kapitülasyonları genişleterek yeniletmeyi başardı. Öte yandan imzalanan ticaret anlaşmasını takiben, İsveç ile 4 Ocak 1740’ta bir de savunma antlaşması yapıldı. Ayrıca İspanya ile de ticaret antlaşması imzalandı. Yapılan anlaşmalar Osmanlı Devleti’ne batı sınırlarında 1768 yılına kadar sürecek uzun dönemli bir barış ortamı sağladı. 

Batıdaki Tehdit Sona Erince Doğuda Yeni Tehdit Baş Gösterdi 

Rusya ve Avusturya ile savaşların sona ermesinin ardından, Osmanlı Devleti’nde hayatın normale dönmesi beklenirken 1740 yılındaki ağır kış şartları, halkta küçük çaplı bir isyana neden oldu. Ancak isyan fazla büyümeden bastırıldı. İstanbul’da bulunan işsiz güçsüz kimseler memleketlerine gönderildi. Avusturya ve Rusya ile uzun dönemli bir barış ortamı oluşsa da doğu sınırlarında İran’daki Avşar Hanedanı’nın hükümdarı Nadir Ali Şah, egemenliğini Kafkaslar’a doğru yaymak istiyordu. Aynı şekilde kendi hinterlandında gördüğü Bağdat’ı da istedi. Ardından Temmuz 1743’te Kerkük’ü kuşattı. I. Mahmut, Nadir Ali Şah’tan gelen saldırı üzerine, başvezirlik görevine getirdiği Seyyid Hasan Paşa’yı İran seferine gönderdi. İki ordunun Kars önlerinde yaptığı savaştan kesin sonuç alınamadı. İki ordu arasındaki aralıklarla yapılan savaşlar, 9 Aralık 1744 tarihine kadar sürdü. Bunun üzerine, Doğu orduları başkomutanı Ahmet Paşa’nın yerine getirilen Yeğen Mehmet Paşa, geri çekilmekte olan İran ordusunu takip ederek Revan’da yakaladı. Ancak yeniden başlayan savaşta hayatını kaybetmesi üzerine, ordu dağıldı ve Kars İranlıların eline geçti. Bunun üzerine Diyarbakır Valisi Abdullah Paşa, İran’ın Hemedan şehrine yönelik saldırılar düzenlemeye başladı. Yapılan bu saldırılar Nadir Şah’ı zor durumda bıraktı. Bunun üzerine Bağdat Valisi Ahmet Paşa’ya haber göndererek Caferîliğin beşinci mezhep olarak kabul edilmesi fikrinden vazgeçtiğini ancak Musul ve Basra’nın kendisine verilmesini istedi. İstanbul’a gelen Nadir Şah’ın elçisi Feth Ali Han’ın şahın barış talebinde samimi olduğunu bildirmesi üzerine anlaşma yapılmasına karar verildi ve Nazif Mustafa Efendi, Osmanlı tekliflerini Kazvin’de Nadir Şah’a bildirdi. Bağdat Valisi Ahmet Paşa nezdinde Kasr-ı Şirin Antlaşması esasları dâhilinde 4 Eylül 1746’da anlaşma sağlandı. Anlaşmada, İranlıların sahabeye saygılı olmaları, hacıların ve yolcuların güvenliğiyle esirlerin iadesi meseleleri hükme bağlandı. İran şahının dostluk nişanesi olarak gönderdiği ünlü Taht-ı Tavus ve diğer hediyeler, onun bir suikast sonucu öldürülmesinin ardından çıkan karışıklıklar yüzünden uzun süre Bağdat’ta kaldı ancak III. Mustafa zamanında İstanbul’a getirilebildi. 

İçeride de Sorunlar Bitmedi 

Osmanlı Devleti’nin yayılmacılığının sona ermesi ve sınırlarının giderek daralması, beraberinde farklı sorunlar getirdi. I. Mahmut, sadece dışarıdan gelen tehditleri savuşturmaya çalışmadı. Düşman Avusturya, Rusya veya İran sınırında değildi. I. Mahmut, aynı zamanda Osmanlı sarayında vezir ve şeyhülislamdan sonra en üst rütbe olan ve saraydaki Harem ve Enderun gibi bölümlerin ağalarının en üstü olan Darüssaade Ağası Moralı Beşir Ağa’nın görevini kötüye kullanmasından dolayı idam edilmesinden sonra çıkan saray ağaları vakası ile de uğraşmak zorunda kaldı. Diğer yandan Aydın’da özerkliğini ilan eden Sarıbeyoğlu da devleti çok uğraştırdı. Savaşlardan dönen askerlerin memleketlerine döndükten sonra Anadolu’da eşkıyalık yapmaları da bir başka mücadele edilmesi gereken konu oldu. Moralı Beşir Ağa sayesinde Şam defterdarlığına getirilen Seyyid Fethi’nin, devlete yerleştirdiği görevliler vasıtasıyla yaptığı hırsızlığın idam ile cezalandırılması da ayrı bir isyan konusu oldu. Bu arada Muhammed bin Abdülvehhab tarafından 1730 yılından itibaren Necid’de yayılmaya başlanan Vehhabîlik inancı da I. Mahmut’un çözmesi gereken bir başka sorun oldu. 

Orduyu Güçlendirmek İstedi 

Avrupa orduları kendilerini yenilemiş ve Osmanlı ordusu karşısında ateş üstünlüğünü ele geçirmişti. Bu nedenle Osmanlı ordusunun yenilenmesi gerekiyordu. I. Mahmut da orduyu yenileştirmeye çalıştı. Bunun için matbaanın kurucusu İbrahim Müteferrika’dan Osmanlı ordusunun savaşlardaki yenilgilerinin sebeplerini araştırmasını ve alınması gereken tedbirler için bir rapor istedi. İbrahim Müteferrika, 1731 yılında I. Mahmut’a konuyla ilgili olarak hazırladığı daha sonra kitaplaştırılacak raporu “Usûlü’l-Hikem” adıyla sundu. I. Mahmut, İbrahim Müteferrika’nın tavsiyeleri doğrultusunda, Humbaracı Ahmet Paşa’yı demir ve tunçtan yapılan el bombalarının yapıldığı Humbaracı Ocağı’nı ıslah etmekle görevlendirdi. Fransız kökenli Humbaracı Ahmet Paşa, bir yandan maaşlı bir Humbaracı Ocağı kurarken diğer yandan 1734 yılında Üsküdar’da Hendesehane (Humbarahane) adıyla bir kışla ve okul açtı. Böylece daha sonra kurulacak mühendishanelerin de ilk örneğini meydana getirdi. “Usûlü’l-Hikem”de yapılan öneriler doğrultusunda Tüpçü Ocağı düzene sokularak, ateş gücü yüksek, uzun menzilli yeni toplar döktürüldü. 1732’de tımarlı sipahiler için daha sonraki kanunlara temel olacak yeni bir kanun hazırlandı. Bu arada, İbrahim Müteferrika’nın 1747’de vefat etmesinin ardından matbaaya karşı olanların girişimleriyle matbaa kapanmıştı. I. Mahmut, matbaanın yeniden faaliyete geçirilmesi için Lehistan’dan ustalar getirtti. Yalova’da kâğıt üretim fabrikası kurdurduğu gibi, kâğıt ithaline de izin verdi. III. Ahmet zamanında kurulan itfaiye teşkilatı tulumbacıları, ilk defa I. Mahmut döneminde yangınlarda hortum kullanmaya başladılar. 

Yenileşme Çalışmalarını Hızlandırdı 

I. Mahmut dönemi, Osmanlı Devleti’nin çağın şartlarına göre yenileşme çalışmalarının devam ettiği bir dönem oldu. Bu doğrultuda taşrada, merkezî hükûmetin gücünü yerleştirmeye çalıştı. Ancak devlet adına vergi toplama imtiyazlarını satın alan mültezimlerin zaman içinde yerini sağlamlaştırmasıyla Batılıların derebeyi dedikleri âyan zümresi, I. Mahmut zamanında giderek güçlendi. Bu nedenle I. Mahmut, 1740’ta bir adaletnâme yayımlayarak halkı âyanın baskılarına ve taşradaki yöneticilerin zulmüne karşı korumaya çalışmıştır. I. Mahmut döneminde devlet önemli bir iktisadi krize girmemiştir. Osmanlı Devleti’nde mali ödemeler, hicri takvime göre yapılıyordu. I. Mahmut döneminde mali ödemelerin şemsi takvime göre yapılması uygulaması başlatıldı. Böylece, iki takvim arasındaki 10 günlük farktan ötürü devletin uğradığı zararlar önlenmeye çalışılmıştır. Onun döneminde altın, gümüş ve bakır paralar bastırılırken, İstanbul dışında, Anadolu ve Rumeli’de para bastırılması yasaklandı. Sadece İstanbul’a uzak Mısır, Kuzey Afrika, Bağdat ve Tiflis’te para bastırılmasına izin verildi. 

Son Parlak Yılları O Yaşattı 

Osmanlı Devleti’ne uzun barış dönemi bırakarak devletin kısmen toparlanmasını sağlayan I. Mahmut, 13 Aralık 1754’te cuma namazından dönerken Topkapı Sarayı’nın Demirkapı girişinde vefat etti. Cenazesi, Yeni Camii yanındaki Valide Turhan Sultan Türbesi’nde babası II. Mustafa’nın yanına defnedildi. Sebkatî mahlasıyla şiirler yazan I. Mahmut, musikiyle uğraşmış ve bir kısmı günümüze ulaşan besteler yapmıştır. Satranç meraklısı olduğu bilinen, Osmanlı Devleti’ne son parlak yıllarını yaşatan I. Mahmut, Patrona Halil İsyanı’ndan sonra çok tahrip edilen İstanbul’u imar ettirmek büyük bir çaba göstermiştir. Lale Devri’nde başlayan imar çalışmalarını daha bilinçli bir şekilde devam ettiren I. Mahmut, Nuruosmaniye Külliyesi’nin inşasını başlatmış fakat burası halefi III. Osman zamanında bittiği için onun adıyla anılmıştır. Orta Kapısı’nı onarttığı Yeni Saray’ın sahilinde inşa ettirdiği Topkapı Sahilsarayı’nın adı zamanla bütün saraya teşmil edilmiştir. Ayrıca Topkapı Sarayı’ndaki Hazine Dairesi’nden başka Elçi Hazinesi’ni yaptırmış, Beşiktaş Sahilsarayı ile Yalı Köşkü’nü ilave köşkler ve bahçelerle genişletmiştir. Bunların dışında İstanbul’a günümüzde de yaşayan çok sayıda eser kazandırmıştır. Günümüzdeki Taksim Meydanı, adını, onun zamanında yapılan su yatırımlarından dolayı almıştır. İnşa ettirdiği su makseminden dolayı ünlü “Taksim” adı onun zamanından beri kullanılmaktadır. Tophane sahilleri doldurularak, onun döneminde meydan genişletilmiştir. Tersane deposu ve yanındaki çöp mahzeninin yenilenmesi de bu padişah zamanında olmuştur. 

Okul ve Kütüphane Yapımına Önem Verdi 

I. Mahmut Ayasofya, Fatih ve Süleymaniye camileriyle Galata Sarayı’nda kütüphaneler yaptırarak giderleri için Vidin ve Semendire’de köyler vakfetmiş, taşradan toplattığı değerli yazmalarla sarayda atıl vaziyette duran eserleri buralara koydurmuştur. Günümüzdeki Galatasaray Lisesini, döneminde Galata Sarayı Mektebi adıyla yeniden kurarak ve dershane açtırarak sık sık ziyaret etmiştir. Fatih Camii yanında açtığı dershanede özellikle Sahih-i Buhari okutulmasına özen göstermiştir. İstanbul dışında Belgrat ve Vidin’de kütüphaneler yaptırıp buralara değerli kitaplar göndermiştir. Topkapı Sarayı’nda III. Ahmet’in kurduğu kütüphane içinde Revan Köşkü bölümünü açtırmış, buraya kitaplar bağışlamıştır. Onun yürüttüğü eğitim ve kültürel faaliyetler, üst düzey devlet yöneticilerini harekete geçirdi. Böylece İstanbul âdeta kütüphanelerle süslendi. Bunlardan Âşir Efendi ve Reisülküttap Mustafa Efendi’nin kütüphaneleri Süleymaniye Kütüphanesi içerisinde, Atıf Efendi’ninki müstakil binasında faaliyetini sürdürmektedir. I. Mahmut, Ayasofya Külliyesi’nde sübyan mektebini (çocuk okulunu) ve Beşiktaş’ta Bayıldım Kasrı’nı inşa ettirdi. Yuşa Tepesi’ndeki Tokat Köşkü’nü Hümayunabad adıyla yeniden yaptıran Sultan Mahmut, Kanlıca’daki Mihrabad Kasrı’nın da banisidir. Ayasofya Kütüphanesi’ne gelir sağlamak amacıyla günümüzde de faaliyetini sürdüren Cağaloğlu Hamamı’nı inşa ettirip etrafına vakıf evler yaptırarak iskâna açıp bir mahalle hâline getirdi. Sultanahmet’te Çatalçeşme’deki defterdarlık binasını da onartmıştır. I. Mahmut, İstanbul dışında da birçok hayır eseri inşa ettirmiştir. 1736’da Rus tahribatına uğrayan Bahçesaray’daki Han Sarayı, camisi ve kütüphanesinin tamiri için gerekli malzeme onun tarafından gönderilmiştir.

Kaynak: Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar, Hasan Yılmaz, Elips Kitap, 1. Baskı Mayıs 2015, Ankara.