Hasan Sabbah

Hasan Sabbah

El-Hasen b. Alî b. Muhammed b. Ca‘fer b. el-Hüseyn b. Muhammed b. es-Sabbah el-Himyerî er-Râzî, 1040lı yıllarda İranın Kum şehrinde doğdu. Âlim olan babası Ali b. Muhammed, İmâmiyye Şîasının önde gelen isimlerindendi. Babası, Sabbahın eğitimiyle yakından ilgilendi. Sabbah, felsefe, kelam, mantık, fıkıh ve matematik eğitimi aldı. Henüz yedi yaşındayken din âlimi olmak istedi. Bunun için Rey şehrine yerleşti ve eğitimine burada devam etti. On yedi yaşına kadar, ailesinin mensup olduğu İmâmiyye Şîasına bağlı kaldı. Emîre Zarrâb adlı Fâtımî daisiyle karşılaşıp sohbetlerinden etkilenerek, İsmâiliyye mezhebine geçti.

İran bölgesi başdaisi İbn Attâş, 1072de Reye geldi ve Sabbahın kabiliyetini gördü. Ona, Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâhın yanına gitmesini, Dârülhikmede İsmâilî mezhebi hakkında bilgi edinmesini ve esrâr-ı ilâhiyyeyi öğrenmesini tavsiye etti. Sabbah bu tavsiyeye uydu ve Kahireye gitti. Halife Müstansır-Billâhla görüştü. Müstansır-Billâh onu vekil seçti ve ondan, ileride Horasanda kendisi adına davette bulunmasını istedi.

Sabbah, Müstansır-Billâhtan sonra hilafet makamına Nizârın, vezir ve başkumandan Bedr el-Cemâlî ise küçük oğlu Ahmed el-Müstalînin geçmesini istedi. Bedr el-Cemâlî bu konuda kendisine muhalefet eden Hasan Sabbahı önce hapse attı, sonra ülkeden sürdü. Dokuz yıl boyunca tüm İranı dolaşarak Bâtınîliğin propagandasını yaptı. Daha sonra İranın kuzeyine, Hazar denizi sahillerine ve Deylemin dağlık bölgelerine yöneldi.

Burada, başına buyruk yaşayan ve İranın eski hükümdarların itaat altına alamadığı savaşçı bir kavim yaşamaktaydı. Sabbah üç yıl çalıştı ve dağlardaki savaşçıları kendi safına çekti. Onun bu faaliyetlerini izleyen Selçuklu Veziri Nizâmülmülk, Reydeki görevlilere onu yakalamaları için emir verdi. Fakat Sabbah buradan kaçıp Kazvine gitti. Ardından Rûdbâr vadisinde kendisine karargâh seçtiği Alamut Kalesine yerleşerek Nizârî-İsmâilî Devletini 4 Eylül 1090da kurdu. Kaleyi kuşatmalara dayanıklı hâle getirdi. Böylece askerî karargâh ve idari merkez olarak kullandığı Alamuttan düzenlediği operasyonlar yapmaya başladı.

Müstansırın ölümü üzerine yerine Efdal b. Bedr el-Cemâlî Müstalî-Billâh geçti. O güne kadar Müstansırın adına davette bulunan Sabbah, bu haberi duyunca şer‘an imam olan Nizârı destekledi ve onun adına hutbe okuttu. İsmâilîler, Müstansır-Billâhın ölümünden sonra Nizâriyye ve Müstaliyye olmak üzere iki gruba ayrıldı. Sabbah, doğuda Nizârî-İsmâilîlerin lideri olarak Alamuttaki karargâhından faaliyetlerini yürüttü. Nizârî akidesini Fâtımîlerin akidesinden ayıran belirgin özellik, fırka düşmanlarının sadık fidailer tarafından öldürülmesi usulünün dinî bir vazife ve bir prensip olarak kabul edilmesiydi.

Sabbah, eğitim ve öğretimi yasakladı ve müridlerini cahil bıraktı; çünkü Allah, akıl ve düşünceyle değil, imamın rehberliğiyle tanınabilirdi. Akıl, Allahı tanımak için yeterli olsaydı, herkes aynı fikirde olurdu. Akıl, din için yeterli değildi ve bundan dolayı insanlar her daim dinî bir imamın eğitiminden geçmeliydi. Sabbahın bu düşünceleri çevredeki insanlar tarafından kabul edildi. Sabbah, Bâtınîliği yayarken, duruma göre tavır aldı ve önce alışılmış algılarla yönetilen bir yöntemle tebliğ yapmaya başladı.

Bâtınîlik Sabbahla yeni bir şekle kavuştu ve imam adına davette bulunan dailerin yerini, eli hançerli caniler almaya başladı. Sabbah adamlarına cennet vadedip kendilerini bekleyen mutluluğu dünyadayken tatmaları maksadıyla onlara esrar (haşîş) içirdiği için, bu canilere haşşâş veya haşîşî dendi. Nizârî-İsmâilîlerin gayesi din değil, siyasetti. Görüşler halka zorla benimsetilerek mevcut sosyal ve siyasal düzenin çökertilmesi hedeflendi. Bu amaçla kurulan teşkilatla birçok din ve devlet adamı öldürüldü.

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, İslam dünyası için ciddi tehlike arz eden Sabbah ve adamlarıyla mücadeleyi bir devlet politikası hâline getirdi. Bir yandan Nizâmiye medreseleriyle Sünnîliği takviye etti, bir yandan Alamut ve Rûdbâr bölgesindeki komutanlarından Yoruntaşa, Sabbah ve adamlarını ülkeden çıkarması için emir verdi. Yoruntaşın Alamutu kuşattığı sırada ölünce, bu harekât sonuçsuz kaldı.

Bunun üzerine Sultan Melikşah, Emîr Arslantaş ile Emîr Koltaşı büyük bir orduyla beraber Sabbah ve başdai Hüseyin Kâinînin üzerine gönderdi. Fakat Vezir Nizâmülmülkün Ebû Tâhir Arrânî adında bir fidai tarafından öldürülmesi, ardından da Sultan Melikşahın 1092de, henüz otuz sekiz yaşındayken şüpheli bir şekilde ölmesi, bu harekâtı da sonuçsuz bıraktı.

Sultan Melikşahın ölümünden sonra ülke içinde taht kavgaları başladı. Bir yandan da Haçlılar, bazı Müslüman topraklarını işgal etmeye girişti. Bu durumdan faydalananan Bâtınîler, nüfuz sahalarını genişletip faaliyet ve cinayetlerini artırdı. 1100lerde Lemeser ele geçirildi. Girdkûh, Şahdiz ve Hâlincân kalelerinin de zaptedilmesi, Bâtınîlerin stratejik konumunu güçlendirdi. Sabbahın siyasi, dinî ve askerî şahsiyetleri öldürtmesi, bir terör havası oluşturdu.

Sultan Berkyaruk, Haziran 1101de Bâtınîlere karşı harekete geçti ve üç yüz kişiyi öldürdü. Emîr Çavlı, Fars ve Hûzistandaki Bâtınîlere karşı bir sefer düzenledi ve o da üç yüz kişiyi öldürdü. Emîr Bozkuş 1104te, Horasan askerleri ve gönüllülerden oluşan bir ordu ile Tabes Kalesine saldırdı. Bâtınîlerin bir kısmı öldürüldü, bir kısmı esir alındı.

Sultan Muhammed Tapar, Sabbahla mücadele etmek üzere harekete geçti. Şahdiz Kalesine sefer yapıldı ve kale zaptedildi. Kale hâkimi Ahmed b. Abdülmelik b. Attâş öldürüldü. Sultan 1109da, veziri Ahmed b. Nizâmülmülkü Alamuta sevk etti, ancak kış yüzünden sonuç alınamadı. 1111de Emîr Anuştegin Şîrgîr, Bâtınîlere ait Bire Kalesini ele geçirdi. Muhammed Tapar, Halep Meliki Alparslan el-Ahras ile Reîsülahdâs Saîd b. Bedî‘den şehirdeki Bâtınîleri öldürmesini istedi ve çok sayıda Bâtınî öldürüldü.

Muhammed Taparın görevlendirilmesiyle 13 Temmuz 1117de Alamut Kuşatması başladı. Kuşatma Nisan 1118e kadar sürdü. Kale alındı. Fakat Sultan Muhammed Taparın ölüm haberi üzerine askerler kuşatmayı kaldırıp İsfahana döndü. Muhammed Taparın yerine Sencer geçti ve Bâtınîlere karşı yürütülen mücadeleyi devam ettirmek istedi. Ancak Sabbah, Sencerin hizmetindeki bir cariyeyi kandırarak kendisini öldürtebileceğine dair haber gönderince, Sultan Sencer, Sabbah ve Bâtınîlerle uğraşmayı bıraktı.

Hasan Sabbah 23 Mayıs 1124te, otuz beş yıl boyunca faaliyet gösterdiği Alamut Kalesinde öldü.