İbrahim (Deli İbrahim)

İbrahim (Deli İbrahim)

I. Ahmet’in hükümdarlık hırkası giyen üç oğlunun en küçüğü olan İbrahim, 4 Kasım 1615’te doğdu. Tahta çıktığında 25 yaşında olan İbrahim’in, şehzadelik yılları Topkapı Sarayı’nın en karışık dönemine denk geldi. Babası I. Ahmet’in genç yaşta vefat etmesinden sonra Osmanlı Devleti uzun bir istikrarsızlık dönemine girdi. Bu dönem, IV. Murat’ın ikinci dönemine kadar devam etti. Tanık olduğu olaylar ve sürekli öldürülme tehdidiyle geçirdiği yıllar ruh hâlinde sarsıntılara yol açtı. Özellikle IV. Murat’ın, saltanatı sırasında kardeşleri Bayezid ve Süleyman’ı Ağustos 1632’de boğdurması, ardından Bağdat Seferi’ne çıkarken hayatta kalan anne baba bir, iki kardeşinden Kasım’ı da 1637’de idam ettirmesi nedeniyle sarayda buhranlı günler geçirdi. Onun hayatta kalması, IV. Murat’ın oğullarının yaşlarının çok küçük olması sayesinde oldu. Zira onun da boğdurulması durumunda IV. Murat’tan sonra tahta geçecek vâris kalmayacaktı. Rivayete göre, IV. Murat ölüm döşeğinde iken hanedanın hayatta kalan tek erkek üyesi olan İbrahim’i öldürtmek için Şeyhülislam Zekeriyazade Yahya Efendi’den fetva almış ancak Kösem Sultan bunu önlemiştir. Yine IV. Murat’ın son anlarında İbrahim’in öldürülüp Kırım hanının tahta çıkarılması yolundaki vasiyetinin de Kösem Sultan tarafından önlendiği rivayet edilir. İbrahim’in tahta çıkışından hemen sonra Rodos’ta sürgünde bulunan eski Kırım hanı Şahin Giray’ın idam edilmesi bu rivayetin doğruluğuna delil olarak sunulmuştur. Bir başka rivayete göre ise IV. Murat, ölüm döşeğinde iken Sultan İbrahim’i çağırtıp, tahtın vârisinin kendisi olduğunu söylemiş, halkı koruyup gözetmesi vasiyetinde bulunup helalleşmiştir. İbrahim, 9 Şubat 1640 Perşembe sabahı tahta çıkmıştır.

Sakin Bir Saltanat Dönemi Geçirdi

İbrahim, Osmanlı Devleti’ni 8 yıl yönetmiştir. IV. Murat dönemine göre, İbrahim dönemi oldukça sakin geçmiştir. Başvezir Kemankeş Kara Mustafa Paşa sayesinde, İbrahim’in hükümdarlığının ilk dört yılı son derece istikrarlı ve huzurlu geçmiştir. IV. Murat’ın yasaklarının kaldırıldığı bu dönemde, alınan mali tedbirlerle halkın hayat standardında yükselme görülmüştür. İbrahim’in hükümdarlığının en önemli olayı 1645 yılında yapılan Girit seferi oldu. Bu arada İbrahim tahta çıktıktan bir yıl sonra İran ile anlaşmalar yenilendi. Bunu 1606’da imzalanan Zitvatorok Antlaşması’nın, 1642’de yenilenmesi takip etmiştir. Anlaşmanın yenilendiği yıl, Azak Kalesi Don Kazaklarının elinden kurtarılmış ve Azak’a giren Mehmet Paşa imar hareketine girişerek burayı âdeta yeniden inşa ettirmiş ve daha sonra Özi’ye gitmiştir.

30 Yıl Savaşları Osmanlı’yı Rahatlattı

Osmanlı Devleti’nde yorgunluk belirtilerinin ortaya çıktığı 17. yüzyılın ilk çeyreğinde, Avrupa da 1618-1648 yılları arasında yapılan Otuz Yıl Savaşları ile sarsıldı. Avusturya, 1644-1645 yıllarında Fransızlar ile savaşın şiddetinin arttığı bir dönemde, İstanbul’a elçi göndererek Osmanlı Devleti’nin ikinci bir cephe açmaması için diplomatik temaslarda bulundu. Osmanlı Devleti, Avusturya’nın bu talebi karşılığında 400 bin florin istedi. Ancak Avusturyalıların bu talebinden bir sonuç çıkmadı ve kısa süreli bir hazırlıktan sonra Yusuf Paşa’nın komutasında 30 Nisan 1645’te Malta seferi olarak duyurulan harekât için Osmanlı donanması İstanbul’dan ayrıldı. Donanmanın esas hedefi Girit’ti. Çünkü Girit, Osmanlılar’ın Akdeniz hâkimiyeti önünde duran en önemli engellerden biriydi ve bu seferde stratejik gerekçeler ağır basmaktaydı. Fakat böyle bir seferin uzun yıllara, büyük insan gücü ve maddi kayıplara yol açacağı hesaplanamamıştı. Çok yoğun çarpışmalar sonunda 19 Ağustos 1645’te Hanya teslim oldu. Girit’in bir bölümünün ele geçirilmesi üzerine Sultan İbrahim İstanbul’da üç gün üç gece süren şenlikler yaptırdı. Girit’in alınmasındaki önemli bir neden de Osmanlı Devleti’nin fetih gücünü yeniden canlandırmaktı. Fakat Girit fatihi Yusuf Paşa, fetih dönüşünde saray entrikasına kurban gitti. Yusuf Paşa’nın Hanya’dan beklenen ölçüde ganimet getirmemesinin ardından başlayan dedikoduların idamına sebep olduğu ileri sürülmüştür. Yusuf Paşa’nın idamından sonra Girit’in fethi için eski Budin beylerbeyi Deli Hüseyin Paşa görevlendirildi. Venediklilerle yapılan kanlı çarpışmalardan sonra Osmanlı kuvvetleri Eylül 1647’de Kandiye Kalesi’ni kuşatma altına aldı. Fakat kalenin ele geçirilmesi hiç kolay olmadı. Çünkü Venedik donanması Çanakkale Boğazı’nı ablukaya alıp Osmanlı kuvvetlerine mühimmat ulaştırılmasını engellediler. Venedikliler, aynı zamanda Osmanlı kuvvetlerine karşı cepheyi genişleterek kendi savunmalarını güçlendirmek istediler. Bunun için Osmanlı’nın Dalmaçya kıyılarındaki kalelerini hedef aldılar ve önemli başarılar kazandılar. Özellikle günümüzde Hırvatistan topraklarında kalan ve adını kıyısında kurulu bulunduğu Kırka Çayı’ndan alan Kırka sancağında birçok kale elden çıktığı gibi Klis de kaybedildi.

Ukrayna Kazakları Osmanlı’ya Tabi Oldu

Diğer taraftan 25 Nisan 1648’de İstanbul’a gelen Kırım Hanı İslam Giray’ın kapıcıbaşısı, tarihte Özi olarak geçen Dinyeper Kazaklarının Lehlerden ayrılıp Kırım Hanlığı’na bağlandıklarını bildirdi. Dinyeper Kazakları bu girişimleriyle Osmanlı Devleti ile iyi ilişkiler kurulmasını sağladılar. Kurulan bu ilişkiler, Ukrayna bölgesinde Osmanlılar’ın desteğinde teşekkül eden Kazak Devleti için ilk önemli adım oldu. Böylece, Osmanlı Devleti’nin Karadeniz ticaretine darbe vuran Kazak baskınları önlenmiş oldu. Osmanlı, Kuzeybatı Karadeniz kıyılarını emniyet altına almak düşüncesiyle, İstanbul’a gelen Kazak elçilik heyetiyle Haziran 1648’de yapılan ahdi bozmak istemiyordu. Öte yandan 1643 yılında Leh elçilerine de bir ahitname verilmiş ve Bucak Tatarlarının akınlarının önlenmesi kararlaştırılmıştı.

Padişah İbrahim Tahttan İndirildi

Girit’in fethi tamamlanmamışken Çanakkale Boğazı’nın Venedik donanması tarafından ablukaya alınması, İstanbul’un sıkıntıya düşmesine neden oldu. Ticaret gemilerinin girip çıkamadığı bu süreçte, İstanbul’da ve Anadolu’da karışıklıklar çıkmaya başladı. Bu süreçte Padişah İbrahim bir komplo sonucunda tahtından indirildi. 8 Ağustos 1648’de meydana gelen bu olayın Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın idamı sonrasında başlayan saray içi çekişmelerin bir sonucu olduğu ileri sürülmüştür. Başvezir Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Padişah İbrahim ile uyum içinde görevini yürütürken sarayda kendisine rakip olabilecek görevlileri de uzaklaştırıyordu. Onun bu planları çerçevesinde önce padişahın silahtarı ve musahibi olan Mustafa Paşa, günümüzde Romanya sınırlarında kalan Temeşvar beylerbeyiliğine gönderildi. Ardından suistimali bahane edilerek öldürüldü. Bu olay, IV. Murat’ın kızı Kaya Sultan’ı Silahtar Mustafa Paşa ile evlendirmek isteyen Kösem Sultan’ın sadrazamla aralarının açılmasına yol açtı. Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Aydın ve Tekeili (Antalya) taraflarında ayaklanan Kınalıoğlu Mahmut’u yakalatıp Ayasofya Çarşısı’nda idam ettirdi. Ayrıca, Bursa’da Hristiyanların yaptırdığı “muhdes” kiliseyi yıktıran Kadı Hocazade Mesut Efendi’yi görevden aldığı için halkın Hristiyanlara karşı gösteri yapmasına neden oldu. Göstericilerin ileri gelenlerini hapsettirdi ve Hristiyanların kiliselerini tamir ettirdi. Aynı dönemde sınır boylarında görev yapan valilere tanınan tuğra çekme yetkilerini iptal etti. Bunun üzerine Halep Valisi Nasuhpaşazade Hüseyin Paşa, ayaklandı ve İstanbul üzerine yürüdü. Ancak Üsküdar’da padişahın teslim olması yolunda fermanını alan Nasuhpaşazade Hüseyin Paşa, Rumeli yakasına kaçsa da Rusçuk yakınlarında yakalandı ve 1643 yılında İstanbul’a idam edildi. Başvezir Kemankeş Mustafa Paşa, tek otorite olma yolunda karşısına çıkan rakiplerini ortadan kaldırırken sarayda karşısına önemli rakipler çıktı. Padişahı ettiği dualarla rahatlatması nedeniyle Cinci Hüseyin Efendi’nin sarayda büyük bir nüfuzu vardı. Ayrıca Silahtar Yusuf Paşa ve Sultanzade Mehmet Paşa da saraydaki diğer rakipleriydi. Bunlara padişahın kadın arkadaşı Şekerpare Hatun da katıldı. Bunların hepsi güçlerini Kösem Sultan’dan alıyorlardı. Zira Kösem Sultan, Kemankeş Kara Mustafa Paşa’yı sevmiyordu. Kemankeş Kara Mustafa Paşa, Sultanzade Mehmet Paşa’yı Şam valiliğine atayarak İstanbul’dan uzaklaştırsa da Yusuf Paşa ve Cinci Hüseyin Efendi karşısında aciz kaldı. Bunun üzerine, bu iki güçlü rakibini bertaraf etmek için Yeniçeri Ocağı’nı devreye sokmak istedi. Ancak Yeniçeri Ocağı ileri gelenleri, başvezirin aleyhine dönerek durumu hükümdara anlattılar. Bunun üzerine Kemankeş Mustafa Paşa olup biteni padişaha anlatsa da aralarında tartışmalı bir görüşme oldu. Bu nedenle Kemankeş Mustafa Paşa önce azledildi, ardından da 31 Ocak 1644’te idam edildi.

Asayiş Bozuldu, İsraf Arttı

Mustafa Paşa idam edilse de yerine geçen Sultanzade Mehmet Paşa, Salih Paşa ve özellikle Hezarpare Ahmet Paşa dönemlerinde iktidar rekabeti iyice arttı. Ancak çevresinde olup bitenlere Hükümdar İbrahim çok yabancı olduğu için kendisini eğlenceye verdi. Aynı zamanda davranışları da dengesizleşti. Özellikle Ahmet Paşa’nın başvezirliği sırasında padişahın dengesiz hareketleri giderek artmaya başladı. Hükümdar İbrahim’in bu dönemde samur ve amber merakı çok yaygınlaştı. Çıkardığı bir fermanla devletin bütün üst yöneticilerine kasırlar ve köşklerin samur kürkleriyle döşenmesi emrini verdi. Bunu temin etmeyenler görevlerinden alındı. Ayrıca içi ve dışı sadece samurdan oluşan süslü düğmeli bir nevi elbise yaptırılarak bütün vüzera ve ulemanın her birinden birer adet hediye etmeleri istendi.

Annesi Kösem Sultan ile Arası İyi Değildi

İbrahim Padişah kadınlara da çok düşkündü. Günlerini işret sofralarında, eğlence ile geçiriyordu. Bu arada kız kardeşleri Ayşe, Fatma ve Hanzade Sultan’ı da saraydaki geçimsizliklerini gerekçe göstererek Edirne’ye sürdü. Çocuk yaştaki kızlarını da vezirlerine nikâhladı. Hatta Sadrazam Ahmet Paşa’yı kendine damat yapmak için onu eşinden boşattı ve kızı Beyhan Sultan ile evlendirdi. Bu arada saray âdetlerine aykırı olarak sekizinci hasekisi olan Hümaşah Sultan’ı nikâhına alıp sarayda görkemli bir düğün töreni düzenledi. Sultanahmet Meydanı’ndaki İbrahim Paşa Sarayı’nı döşettirip Hümaşah Sultan’ı yerleştirdi. Bütün bu olanlardan Kösem Sultan’ın haberi yoktu. Zira Kösem Sultan, oğlunun kadınların etkisine girmesini istemiyordu. Buna rağmen İbrahim, annesinin sözünü dinlemiyordu. Bu yüzden Kösem Sultan, bir ara Harem’den çıkarılıp Topkapı Sarayı’nda bir bahçede zorunlu ikamet ettirildi. Daha sonra da Bakırköy’de İskender Çelebi bahçesinde oturmaya mecbur edildi. Bütün bu olanlar İstanbul’da ve taşrada devlet yöneticilerinin huzurunu iyice kaçırdı. Bu huzursuzluğu Venediklilerin Çanakkale Boğazı’nda uyguladıkları abluka da pekiştirdi. Aynı dönemde taşrada Varvar Ali Paşa İsyanı’yla başlayan bir dizi olay meydana geldi. Diğer yandan Isparta çevresinde de Deli Haydar İsyanı çıktı. İsyanın nedeni ise Sivas Beylerbeyi Varvar Ali Paşa’dan 30 bin kuruş bayram harçlığı istenmesi, bunun yanı sıra güzelliği ile ünlü eşini padişaha göndermesinin istenmesi idi. Ayrıca iki üç ayda bir beylerbeyliği görevinden azledilme tehdidiyle karşı karşıya idi. Azledildikten sonra adamlarıyla harekete geçen Varvar Ali Paşa, Çerkeş’e geldiğinde saray kuvvetleri tarafından yakalanmak istedi. Ancak kendisine saldıran kuvvetleri dağıttı. Fakat isyan etmesine neden olan İpşir Mustafa Paşa tarafından yakalandı ve 20 Mayıs 1648’de idam edildi. Bu olaydan birkaç ay sonra da Çanakkale’deki Venedik ablukasını yarıp Girit’teki kuvvetlere yardım götüremeyen Kaptanıderya Ammarzade Mehmet Paşa da 18 Haziran 1648’de idam edildi. Saraydaki bu istikrarsız ortamı 22 Haziran 1648’de meydana gelen büyük İstanbul depremi tetikledi. Yaşanan bu depremden, devletin kötü yönetilmesi sorumlu tutuldu.

Darbe Nasıl Yapıldı?

7 Ağustos 1648’de darbe hazırlıkları başladı. Cuma günü sabahleyin yeniçeri odaları yanındaki orta camide toplanan ağalar, Ahmet Paşa’nın idamı için şeyhülislamı davet ettiler. Ağalar ve ulemanın önde gelenleri ise bu davet esnasında Fatih Camii’nde toplantı hâlinde idi. Fatih Camii’nde toplanan grup orta camiye giderek burada bazı yeni kararlar aldı ve dolayısıyla hareketlerini meşru ve aleni bir zemine oturtup ilan etti. Bu toplantıyı geceden haber alan başvezir ise kaçıp bir yere saklandı. Fatih Camii’ndeki toplantıda defterdarlıktan azledilmiş olan Sofu Mehmet Paşa, başvezir yapıldı. Bu kararı öğrenen padişah, yeni başvezir ile şeyhülislamı Topkapı Sarayı’na davet etti. Topluluk sadece sadrazamın gitmesini uygun buldu ve Mehmet Paşa huzura çıktı. Padişah İbrahim, ona başvezirlik mührünü verip eski başvezire dokunulmamasını istedi. Ancak padişahın bu isteği kabul edilmedi. Heyetin kararını bildirmek için huzuruna çıkan Mehmet Paşa’yı azarlayıp yumruklaması ise padişah İbrahim’in sonunu hazırladı. Sarayda bir darbe hazırlığı başlamıştı. Silahlı bostancılar da aldıkları haber üzerine karşı önlem olarak hazırlıklara başladılar. Bunun üzerine Fatih Camii’nde toplanan heyet dağılmak istedi. Bu esnada eski başvezir Ahmet Paşa yakalanıp idam edildi. Bu durum Fatih Camii heyetini cesaretlendirdi. Yeniden toparlanan heyet, padişahı tahtından indirmek üzere saraya doğru yürüyüşe geçti. Böylece, başta gündemde olmayan Padişah İbrahim’in tahttan indirilmesi planı yürürlüğe konuldu. Bir gün sonra padişahın annesi Kösem Sultan’a, “Padişahın halline ittifak olunmuştur, cumhura muhalefet caiz değildir, büyük şehzade Sultan Mehmet biat için camiye gönderile!” diye haber yolladılar. Kösem Sultan ise camide cülus olamayacağını söyleyerek bunları saraya davet etti. Fakat bostancıların silahlı olarak sarayda tertibat aldığı bilindiğinden biraz tereddüt edildiyse de bostancıbaşının verdiği teminat üzerine saraya gidildi. Kösem Sultan, huzuruna gelen heyete karşı oğlunu savundu ve küçük yaştaki bir çocuğu tahta çıkarmanın şeran uygun olmayacağını söyledi; ancak şeyhülislam ve özellikle Karaçelebizade’nin etkili sözleri üzerine oğlu İbrahim’in yerine geçmek üzere Şehzade Mehmet’i ortaya çıkardı. Kösem Sultan’ın torununu ortaya çıkarmasından sonra Sultan İbrahim yakalanıp kapatılacağı yere götürüldü. Sultan İbrahim’in kapatıldığı iki kubbeli oda, bir gün önceden hazırlanmıştı. Padişah İbrahim’in yanına iki cariye verilerek kapatıldığı odanın kapı kilidi de kurşun akıtılıp sağlamlaştırıldı. Padişah İbrahim’in oda hapsinden çok rahatsız olduğu ve feryatlarının bütün sarayda rahatsızlık yarattığı nakledilmiştir. Hatta oğlu IV. Mehmet’in tahta çıkışı sırasında yeniçerilerle sipahiler arasında cülus bahşişi konusunda anlaşmazlık çıkması nedeniyle sipahilerin yeniden İbrahim’i tahta çıkarmayı düşündüğü kaydedilir. Kendini diri diri mezara konulmuş gibi hisseden İbrahim, bu odada 10 gün kaldı. İbrahim’in oda hapsindeki süresinin uzamasının saray yönetimindeki anlaşmazlığı derinleştireceğini düşünen başvezir, şeyhülislam ve padişahın yakın hizmetinde bulunan nakibüleşrafın onayı ile 18 Ağustos 1648’de İbrahim boğduruldu. Saray tarihçisi Kâtip Çelebi, bu karardan Kösem Sultan, şeyhülislam, başvezir ve Kapı Ağası Abdurrahman Ağa’yı sorumlu tutmuştur. Padişah İbrahim, Ayasofya Camii kapısı yanında bulunan ve sonraları daha çok İbrahim Türbesi diye anılan I. Mustafa Türbesi’ne defnedildi.

Sonradan Deli Denildi

Padişah İbrahim’e atfedilen “Deli” lakabı yaşadığı dönemde kullanılmıyordu. Ona deli diyenler, 20. yüzyılın tarihçileridir. Onun durumu amcası I. Mustafa’dan farklıydı. Zaman zaman psikolojik sıkıntılar geçiriyordu. İçinde bulunduğu ruh hâli de kendi kaleminden çıkan yüzlerce hatta yansımıştır. Sadrazama yazdığı bazı hatlarında mizacının bozuk olduğu, sancıları yüzünden sıkıntı çektiği, iştahsız olup yemek yiyemediği, dizlerinde mecal kalmadığı, başına duman gibi bir nesne yerleştiği, ciğerlerinin sıkıştığı, baygınlıklar geçirdiği, içinin daraldığı gibi şikâyetlerde bulunmuştur. Hekimlerin yanı sıra, nefesinin kuvvetli olduğuna inandığı hocalara da itibar ediyordu. Her türlü ruhsal bunalımına karşılık devlet işlerini ihmal etmiyordu. Hatlarında kullandığı ifadelerinde bazen karışık düşüncelerinden dolayı anlaşılamaz gibi görünenler varsa da genel olarak onun şehzadelik yıllarında ve sonrasında iyi sayılabilecek bir eğitim gördüğü bilinir. Örneğin, 1644’te Ayşe Sultan’ın ikinci kocası Vezir Ahmet Paşa’nın vefatı üzerine türbesi olmadığından Şehzade Camii haziresine gömülmesi izni için kendisine müracaat edildiğinde ilgili telhisin üstüne, “Başımız sağ olsun. Dünyaya gelen gitmek için gelmiştir; az yaşa, çok yaşa sonu ölümdür; heman tezce borcu var demeye başladılar, emlâkini dağıtmasınlar...” şeklinde hat yazmıştır.

Kaynak: Ertuğrul Bey’den Sultan Vahdettin’e Tarihin En Kudretli Hanedanı Üç Kıtanın Efendileri Osmanlılar, Hasan Yılmaz, Elips Kitap, 1. Baskı Mayıs 2015, Ankara.