Cahide Sonku

Cahide Sonku

27 Aralık 1919 tarihinde, Yemen’de doğdu. Asıl adı Cahide Serap’tır. 

Sanatla ortaokul yıllarında tanıştı. 16 yaşında Darülbedayi’ye girdi. İlk gençlik yıllarında Sirkeci’de bulunan Basiret Han’daki bir ofiste sekreter olarak çalıştı. 

İstanbul Şehir Tiyatroları’nın hem oyunculuk yapacak hem de tiyatroda çalışacak kişiler aradığına yönelik bir ilan gördü ve başvuruları Muhsin Ertuğrul tarafından değerlendirilen seçmelere katılarak günde 135 kuruş alacağı figüranlık hakkı kazandı. 1933 yılında “Yedi Köyün Zeynebi” adlı ilk oyununda sahneye figüran kızlardan biri olarak çıktı. Başrol oyuncularından birinin oyunun sahneleneceği gün hastalanması veya başka bir nedenden dolayı tiyatroya gelememesi hâlinde Muhsin Ertuğrul’a “Ben hazırım hocam. Repliği ezbere biliyorum.” diyebilmek için tüm oyuncuların repliklerini ezberledi. Bu durum Muhsin Ertuğrul’un dikkatini çekti ve Sonku’nun çalışma azmine hayran kaldı.

Sinema oyunculuğuna 1933 yapımı “Söz Bir Allah Bir” filmiyle başladı. 

1950 yılında Sonku Film şirketini kurdu. 

“Beklenen Şarkı” (1953) ve “Büyük Sır” (1956) filmlerini yönetti.

“Vatan ve Namık Kemal” (1951) filminin senaristliğini, oyunculuğunu, yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendi. Filmin galası, İstanbul’da bir Türk filmi için yapılan ilk galadır. Galaya Ahmet Hamdi Tanpınar, Esat Mahmut Karakurt, Yusuf Ziya Ortaç, Reşat Nuri Güntekin ve Ahmet Emin Yalman gibi önemli isimler katıldı.

1948 yılında, Yerli Film Yapanlar Cemiyeti kendisine En Başarılı Kadın Karakter Oyuncusu Ödülü’nü verdi. 1979 yılında ise Sinema Yazarları Derneği tarafından Hizmet Ödülü’ne layık görüldü. 

18 Mart 1981 tarihinde, İstanbul’da vefat etti. 

Agâh Özgüç, 2007 yılında yayımladığı “Cahide Sonku, Peçete Kâğıdındaki Anılar” adlı kitabında Cahide Sonku’yu anlattı. 

Eyüphan Erkul, 2020 yılında yayımladığı “Cahide: Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz” adlı kitabında Cahide Sonku’nun hayatını gerçeklik ve kurguyu harmanlayarak anlattı.

Agâh Özgüç, Cahide Sonku’nun sinema dışı alanlar üzerinden vurulmak istendiğini söylemekte ve onun sürekli olarak güzel bedeni üzerinden yargılandığını dile getirmektedir. Sonku’nun oyunculuğu Yeşilçam’da tuhaf ve düzeysiz olarak ele alındı. Onun çizdiği “özgür kadın” imajı, tüm olumsuzlukları beraberinde getirdi ve Sonku, dönemin kadınlarıyla erkekleri tarafından kabullenilemeyen bir oyuncu oldu. 

Cahide Sonku 40’a yakın filmde rol aldı. Bazıları şunlardır:

Aysel Bataklı Damın Kızı (1935)

Akasya Palas (1940)

Şehvet Kurbanı (1940)

Kızılırmak Karakoyun (1946)

Beklenen Şarkı (1953)

Ayşecik Yavru Melek (1962)

El Kızı (1966)

Çalıkuşu (1966)

Bizans’ı Titreten Adam (1967)

Kadın Parmağı (1967)

Mıstık (1971)

 

Selim İleri’nin kaleminden Cahide Sonku: “Geniş sahnede bütün eşya bir köşeye yerleştirilmiştir. Gramofon, pirinç karyola, yemek masası, iki iskemle, büyük aynalı tuvalet masası, komodin, berjer koltuk; hepsi çok eski ve yıpraktır. Cahide’nin birbirinden görkemli ama eski, kirlenmiş bazıları âdeta yırtık pırtık tuvaletleri, giysileri, sahne kostümleri, çeşit çeşit iskarpinleri, şapkaları, çantaları, eldivenleri sağda solda yığılı durmaktadır. Eşyasız köşedeki dar çerçeveli pencereden içeriye mavi-mor bir ışık süzülmektedir.”

...

“Oysa Cahide Sonku parasıyla, puluyla, alkolizmiyle, kim bilir daha nice gizli zaafıyla, güzelliğinin yarattığı sonsuz boşluk duygusuyla ayakta kalabilir; çeşitli dönemlerde ödüller kazanır, o ödülleri de sivri topuklu ayakkabıları üzerinde dimdik durarak almaya gidebilirdi. İsteseydi… Ama Cahide Sonku bir kez istememişti. Bile bile çökmek gibisinden bir ahlakı; koşullar ne olursa olsun herkesin yükselmek, daha da yükselmek, büsbütün yükselmek, ihanet niteliğinde de olsa yükselmek, ölüm döşeğindeyken de yükselmek istediği bir toplumda ancak çağdaş mitler taşıyabilir ve (…) bir zamanlar tepeden tırnağa elmaslar içinde Kervansaray’a gelmiş olan ünlü oyuncu ancak güzelliğinin içerdiği bir görkemle yaşadığı dünyanın yükselik ihtirasına isyan ediyordu.”

 

Agâh Özgüç’ün kaleminden Cahide Sonku: “Elektriksiz, karanlık, ardiyeye benzeyen, rutubet kokan bu izbe yerde mum ışığında yaşıyordu. Bir yanda kırık dökük bir kırık karyola, bir yanda içi kirli çamaşır dolu bir leğen…”